RESSAMLARIN ŞEHRİ: SZENTENDRE
Herkese merhaba!
Bugün sizlere Macaristan’ın küçük ama pek bilinmeyen şirin bir kentinden bahsetmek istiyorum. Szentendre şehri Macaristan’ın başkenti Budapeşte’den kuzeye doğru yaklaşık yirmi kilometre uzaklıkta bulunuyor.
Ulaşım kolay, kendi arabanız yoksa Budapeşte’den toplu taşıma araçlarıyla (HÉV trenleri, otobüs ya da Tuna nehri vapurlarıyla) da rahatça gidebilirsiniz. Şehir merkezine varınca hemen masalsı bir ortamda buluyoruz kendimizi.
Otobüsten indikten sonra yanımızda küçük bir dere ortaya çıkıyor, ismi Bükkös patak. Yolun öbür tarafına geçtikten sonra, eski parke taşlar üzerinden tarihi şehir merkezine doğru yürüyoruz. Biz belli bir yön belirlemediğimiz için az çok endişeliydik, ancak Szentendre o kadar minik ki, yollar bizi direk meydana ya da Tuna’nın kenarına götürüyor zaten kendiliğinden…
Kahvaltı olarak Dumtsa Jenő sokağındaki bir fırından çörek alıp nehir kenarına kadar yürüdük ve kahvaltımızı manzaralı bir yerde keyifle bitirdik. Günün bundan sonraki kısmı tamamen müzeleri gezmekle geçti. Çünkü müzeler Szentendre’nin öne çıkan bir özelliğidir.
Şehrin haritasında yaklaşık otuz tane ilginç nokta arasından ister müze, kilise, heykel parkı, ister tarihi değirmenler ya da bölgenin eski yaşam tarzını gösteren açık hava alanları seçebilirsiniz. İnsan bir anda şaşırıyor, böyle küçük bir yerde nasıl bu kadar görülmeye değer şey birikmiştir!
Tabii ki şehrin yüzyıllara dayanan tarihi (şehrin Sanct Andreas olarak ilk anması 12. yüzyıl), harika doğası, merkezlere yakın uygun coğrafyası ve yaratıcı insanları mevcut olduktan sonra, kültürlü bir atmosfer yaratmak gayet mümkün aslında.
Bahsettiğim seçeneklerden biz ancak üç tane müze gezebildik, fazlasına ne zamanımız, ne de bizim beyin kapasitemiz yetti. 🙂
İlk olarak meydandaki Szentendrei Képtárı ziyaret ettik. Buradaki sergi Szentendre şehrinde bir dönem yaşayan ressamların klasik modern ve çağdaş (abstrakt) görüşlerini aktarıyor.
Bugün bile “ressamların şehri” olarak adlandırılan Szentendre’nin labirent gibi şirin sokaklarının, kilise kulelerinin, eski evlerin kırmızı çatılarının, Tuna manzarasının ve yeşil ormanlı tepelerinin burada yaşayan sanatçılara ilham verdiği kesin!
Galeride sergilenen seçme tabloların ana konusu “Szentendre Üstündeki Gökyüzü” (Szentendre fölött az ég) ismini taşımaktadır. Klasik ve abstrakt böylece bir bütün oluşturup şehrin tarihine geniş bir bakış açısı sunmaktadır.
İkinci durak olarak bir seramik müzesini seçtik. Kovács Margit Kerámiamúzeum adıyla açılan bu müzede sanatçının şaşırtıcı heykelleriyle ve tablolarıyla karşılaştık. Etkisi derin düşüncelere yol açmıştır.
Kovács Margit’in (1902-1977) çalışmaları 1930‘lu yıllardan başlayarak 1970‘lere dek sürüyor. Sanatçı ilk döneminde orta çağ havası figürleri ve jeometrik kompozisyonları göstermektedir. Konu olarak İncil hikayelerinden, ahlaki ya da halk sanatında yaygın konulardan faydalanmıştır.
1950‘li yıllarda daha çok çiftçi temalı heykeller ortaya çıkartmıştır. Gerçekçilik gösteren çalışmaları da bu döneme aittir. 1960 ve 1970‘li yıllarda ise Yunan mitolojisine, arkaik masallara ve halk efsanelerine dayanan rölyefler ve heykeller yapmıştır.
Kovács Margit Seramik Müzesini arkamızda bırakıp derinlerden nihayet yukarılara doğru yöneldik. Çünkü üçüncü sergi Szentendre’nin en eski kilisesinin hemen karşısında bir tepede yer alıyordu.
Buraya manzarayı seyretmek amacıyla da çıkılır ama Czóbel Béla resimlerini görmeden de kimse aşağıya inmesin! 1883-1976 arasında yaşayan bu sanatçı Münih, Paris, Bergen, Berlin ve o dönemde Macaristan’ın önemli bir sanat merkezi olan Nagybánya şehirlerini gezip ve oralarda çalışıp 1940 yıllarında Szentendre’ye dünya sanatının bir ekstresini getirmiştir.
Resimlerinde modern insanın portrelerini ve 19. yüzyılın bitişiyle oluşan melankolik atmosferi gösteriyor. Czóbel Béla avantgard sanatının gelişimi natüralizmden başlayarak postempresyonizm, fauvizm, Alman ekspresyonizmi, kübizm ve Paris Okulu resim tarzında birçok örneğini yaratmıştır.
Daha hayattayken popüler olan Czóbel´in çoğu resimleri bugün özel mülkiyet olarak koleksiyonculara ya da bazı devlet müzelerine ve yurtdışındaki galerilere aittir.
Yani Szentendre’nin bu sanatçıları şehrin bugünkü atmosferine büyük bir katkı vererek, güzelliğinin devamlı olmasını sağlamış ve kendini hep yenileyebileceğini göstermişlerdir.
Bizim Szentendre’de geçirdiğimiz gün Macar yemeklerin lezzetiyle sona erdi. Meydandaki onlarca restoranın birinde bir et suyu çorbası, bir hortobágyi húsos palacsinta, bir de tatlı olarak somlói galuska´yı bitirdikten sonra otobüsü kaçırmamak için kalktık.
Arkadaşımla beraber, ikimiz de buraya tekrar döneceğimizi söyledik birbirimize…
(Bu yazı, değerli arkadaşım Erika Veres tarafından kaleme alınmıştır. Kendisine bu keyifli gezi yazısı için çok teşekkür ediyorum. Burada da Erika’nın Saraybosna izlenimleri var: Saraybosna Gezi Notları)