Mardin Gezi Notları 2. Bölüm
Herkese merhaba!
Mardin gezi notları başlıklı yazının ikinci bölümüne hepiniz hoş geldiniz. (Yazının ilk bölümü burada: Mardin Gezi Rehberi 1. Bölüm)
Eski Mardin gezilecek yerler listesi bir hayli kabarık olduğu için, bu bölümde de bir sürü farklı yeri birlikte ziyaret edeceğiz.
Ancak yazının bu ikinci bölümünde; Mardin’de ne yenir? Mardin’in nesi meşhur? Mardin’den ne hediye alınır? gibi sorulara da yanıt vermeye çalışacağım.
Bunun yanı sıra bu bölümde eski Mardin’deki çarşılardan da bahsedeceğim. Böylece Mardin alışveriş konusuna da değinmiş olacağım. Ancak bunlara geçmeden önce, bir önceki yazıda kaldığımız yerden başlayarak devam edelim istiyorum.
Hatırlayacağınız gibi Mardin gezi rehberi başlıklı yazımın sonunda Dara Antik Kentini ziyaret etmiştik. Şimdi kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Mardin’deki ikinci günümün son durağı Kasımiye Medresesi oldu. Buraya Eski Mardinin giriş kısmından yani Birinci Caddeden aşağıya doğru yokuş aşağı yürüyerek 25-30 dakikada varabilirsiniz. Yalnız karıştırmayın, birinci caddenin içine doğru veya yeni Mardin tarafındaki yola doğru gitmeyeceksiniz.
Siz ne olur ne olmaz diye birinci cadde girişindeki esnafa sorun, onlar size yürümeniz gereken yolu gösterir. Minibüsle gelseniz bile araç sizi medreseye giden yokuşun başında bırakıyor, medresenin tam önüne kadar toplu taşıma yok. Bunu söyleyeyim.
İnişte elbette pek bir sorun yok. Ama asıl mesele dönerken o yokuşu yukarı doğru tekrar çıkabilmek…
Ben bir iki özel araçtan almalarını rica ettim ama insanlar salgın nedeniyle normalde asla hayır demeyecekleri bu teklife pek sıcak bakmadılar haklı olarak. Ben de ısrarcı olmadım.
Yani buraya benim gibi araçsız gittiyseniz, bu yolu yürüyerek inip çıkmak durumundasınız. Güzel Türkçemiz bu ulaşım şekline şöyle bir karşılık bulmuş: Tabanvay. Araçla gelenler içinse girişte otopark bulunuyor.
Gittiğiniz zaman göreceksiniz, buraya sürekli tur otobüsleri sefer yapıyor. Otobüslerden biri gelip diğeri gidiyor. Yani medrese, Mardin görülecek yerler listesinin çok önemli bir parçası. Kasımiye Medresesi giriş ücreti herkes için standart: 3 TL.
Haftanın her günü, 10:00-20:00 saatleri arasında ziyaret edilebilen, Artuklular döneminde yapımına başlanan bu medresenin tamamlanması, Timur dönemindeki Moğol saldırıları nedeniyle bir hayli gecikerek 15. Yüzyılı bulmuş.
İçinde; mescit, türbe, derslik olarak yapılmış medrese odaları, eyvanlı bir çeşme ve havuzlu genişçe bir avlu var. Avlunun üstü tamamen açık. Bu son derece hoş mimari yapı, düğün fotoğrafı çektirmek isteyen çiftlerin de uğrak yeri aynı zamanda…
Avlu etrafında sıralanan dersliklere girebilmek için bir hayli eğilmek gerekiyor. Rivayete göre bunun sebebi, eğilerek odaya girmek suretiyle -evet suretiyle- hocaya olan saygıyı göstermekmiş.
Derslik olarak kullanılan bu odacıklar çok fazla büyük değil, 8-10 kişiyi ancak alır. Hoca demişken aklımıza burası ile özdeşleşmiş ünlü bir isim geliyor: El Cezeri.
13. Yüzyılda yaşayan bu bilim insanı, Sükman Bin Artuk ve ondan önceki hükümdarların hizmetinde görev yapmış ve çeşitli bilimsel araştırmalar yapmıştır. Hatta El Cezeri, hizmetinde bulunduğu sultanın isteği üzerine bir de kitap kaleme almıştır. Odalardan birinde de bir fil saati var.
Kasımiye Medresesi, hiç şüphesiz Mardin’de gün batımını izlemek için gayet uygun bir yer. Medresenin ana kapısının olduğu güney cephesi tamamen Mezopotamya manzaralı. Buradan güneş batarken ve akşam karanlığında ışıklarla süslü Mezopotamyayı seyre doyum olmuyor gerçekten.
Ben de yüzyıllar öncesinde, eğitim öğretim faaliyeti sonrası bu manzaraya karşı tefekküre dalan medrese öğrencilerini bir an için gözümde canlandırmaya çalıştım etrafı gezerken…
Mardinde eyvanlı çeşmelerden bolca göreceksiniz. Burada Kasımiye Medresesinde, birazdan bahsedeceğim Latifiye Camisinde… Eyvan iç avluya açılan, üç tarafı kapalı bölüm anlamına geliyor. Bir odanın bir tarafının komple açık olduğunu düşünebilirsiniz. Bu eyvanlı çeşmelerin önemli bir özelliği var.
Suyun akış istikameti boyunca çeşmenin her bir kısmı, insan hayatının bir bölümünü sembolize ediyor. Suyun kaynaktan ilk çıktığı yer insanın doğuşunu, ilk döküldüğü yer gençliği, incelen oluk kısmı olgunluk dönemini ve sonra bir havuzda toplanması ise ölümü temsil ediyor.
Bunu size, Mardin gezilecek yerler listesi içinde yer alan herhangi bir yere gittiğinizde, Mardin gezi notlarının ilk bölümünde bahsettiğim Mardinli çocuklar da anlatacaktır zaten…
Kasımiye Medresesindeki bu eyvanın sol tarafındaki duvarda kırmızı leke izleri göreceksiniz. Rivayete göre Akkoyunlu hükümdarı Cihangir’in oğlu Kasım (Medresenin ismi de buradan gelmektedir.) burada öldürülünce, onun kız kardeşi kanlı gömleğini ağıtlar yakarak bu duvarlara çarpmış.
Bu hikaye, buraya gelen turist kafilelerinin rehberleri tarafından da aynen bu şekilde anlatılıyor. Artık ne kadar doğru bilemiyorum… Havuzlu avludaki tarihi sütunlardan birinde ise, tamamen bize özgü bir iz yer alıyor: İsim kazınmış duvar.
Bu noktada gezmeye kısa bir ara verelim ve Mardin’in nesi meşhur sorusuna cevap vererek devam edelim. Aslında burada karşımıza sayıca çok fazla şey çıkıyor.
Bir çırpıda aklıma gelenler şunlar: Badem şekeri, Mardin çöreği (Süryani çöreği), Mırra, Bıttım sabunu, telkâri, kaburga dolması, Süryani şarabı, Mardin eşekleri…
Örneğin Mardin’den arkadaşlarınıza hediyelik bir şeyler götürmek istiyorsanız mavi renkteki yöreye özgü badem şekerinden satın alabilirsiniz.
Süryani çöreği baharatlı ve baharatsız olarak ikiye ayrılıyor. Görünüm olarak kandil simidi ile kurabiye karışımı… Kilosunun fiyatı kalitesine göre değişmekle beraber, ortalama 30-40 Türk Lirası civarında…
Ben İstanbul’a dönmeden önce Eski Mardin’in girişine yakın bir noktada yer alan Has Simit Sarayından birkaç kutu aldım. Gayet leziz ve tazeydi. Buranın ayrıca Mezopotamya manzaralı güzel bir terası da var.
Terasın arka cephesinde ise Mardin Müzesi görülüyor. Uğrayıp terasta bir çay & kahve molası verebilirsiniz. Ben Süryani çöreğinin baharatlısını daha çok beğendim.
Pastanelerin ve fırınların hepsinde satılan Süryani Çöreğini siparişle İstanbul’a kadar gönderiyorlar. Aklınızda bulunsun.
Geleneksel el sanatlarından biri olan Telkariye de burada ayrı bir parantez açmak şart. Gümüş işçiliğinin ince bir yansıması olan Telkari sanatı tamamen bu yöreye has. Bu nedenle Eski Mardin, yazının birinci bölümünde söylediğim oteller gibi, yan yana gümüşçülerle dolu.
Bunlardan birine girip zevkinize göre bir şeyler bulabilirsiniz. Ben bir şey satın almasam da içeri girip sıcak bir sohbet gerçekleştirdiğim Abdülbaki Abi’nin dükkanı Cihan Gümüşçülük’ü önerebilirim size mesela.
Bu dükkan TC Kültür Bakanlığı Resmi El Sanatları Sanatçısı unvanına sahip aynı zamanda. Zaten daha içeri girer girmez çalışma tezgahı ile yüz yüze geleceksiniz. (Abdülbaki Abinin numarası: 0546 803 24 71. Dükkanın web sayfası da burada: Cihan Gümüş Mardin)
Bıttım sabunu birazdan bahsedeceğim çarşıların içindeki herhangi bir dükkandan alınabilir. Renkli renkli, her biri başka bir hastalığa iyi gelen çeşit çeşit sabunlar, birkaç tanesini birden elinize aldığınızda gökkuşağını kucaklamışsınız hissi veriyor insana…
Eski Mardin’in araba girmeyen daracık taş sokaklarında gezerken eşeklerle karşılaşma ihtimaliniz çok yüksek. Ben Mardin gezi notları yazısının ilk bölümünde sokaklarda karşılaştığım atlardan biraz bahsetmiştim zaten.
Eşekler de aynı atlar gibi Mardin’de çok önemli bir yer tutuyor. Ancak onlar atlar gibi sadece ulaşım amaçlı kullanılmıyorlar çünkü eşekler belediyenin çöp toplama işleminde kullandığı ana aktörlerden en önemlisi olarak karşımıza çıkıyorlar.
Abbara ve dar sokaklarda çöpler eşekler vasıtasıyla toplanıyor ve hatta bu eşekler hizmetleri karşılığında belediyeden emekli de oluyorlar!
Eşek hoşaftan anlamaz ama çöp toplamaktan anlıyor gördüğünüz gibi, her biri layıkıyla kamu hizmeti görüyor. Onları böyle görünce, keşke her kamu görevlisi görevini böyle layıkıyla yapsa diyesi geliyor insanın…
Mardin Gezi Rehberi
Vaktiyle güneşe tapanların ülkesinde gezerken, kulaklığımda da Burcu Güneş var. Dinlediğim albümün ismi: Anadolu Güneşi. “Sen Benimsin Ben Seninim” ne kadar güzel bir türküdür öyle! Neşet Artaş’a ait bu türküyü Burcu Güneş ne güzel yorumlamış!
İtiraf etmem gerekirse bu albümden yeni haberdar oldum ve pop söyleyişine alışkın olduğum Burcu Güneş’in bu albümdeki yorumuna bir hayli şaşırdım. Zira bu kadar iyi bir performans beklemiyordum doğrusu. (Bence mutlaka bir dinleyin.)
Mardin gezi rehberi yazısının ilk bölümünde ismini vermediğim lokantaya gelelim şimdi: “Sultan Sofrası.” Burası Eski Mardin’in, birinci caddenin tam ortasında kalıyor diyebilirim. Gezerken görmemeniz, önünden geçmemeniz imkânsız zaten.
“Ne yesem acaba?” diye düşünmeye gerek yok. Buraya gidip benim gibi “Mardin Tabağı” ısmarlıyorsunuz. Yanına da bir açık ayran söylüyorsunuz. Gelen hemen herkes böyle yapıyor zaten.
Peki Mardin tabağında neler var? Kaburga dolması, zırh kebabı, sembüsek (kapalı lahmacun), içli köfte irog… Yöreye has tatlardan birer parça, hepsinden tadımlık, tek bir tabakta bir araya geliyor böylece.
Ben normalde yemek fotoğrafı paylaşmayı sevmem (Galiba blog kurulduğundan bu yana -2016- burada ilk defa paylaşıyorum.) ama şehir Mardin olunca, bu anlattıklarımı görselle desteklemek durumundayım.
Yemekten sonra zaten masanıza ikram olarak gelecek olan kaçak çayı da içince, Mardin’e geldiğinize değdiğini bir kez daha kendiliğinden anlayacaksınız zaten…
Buranın dışında da bazı önerilerim olacak elbette. Mardin’de yemek için en çok tercih edilen yerlerden biri Kebapçı Yusuf Usta. Önünden ne zaman geçsem içerisi hınca hınç doluydu. Açık söyleyeyim, ben burada bir şey yemedim. 🙂
Ama yemek yiyip çok beğendiğim bir yer daha var: Pideci Öz Yasemin. Bu ve Yusuf Usta kaldığım yere çok yakındı zaten. (Her ikisi de Mardin Sabancı Müzesi tarafında. Kebapçı Yusuf Usta tarihi PTT binasının tam karşısında yer alıyor, pideci ise onun biraz ilerisi.)
Bu pidecideki lezzetler İstanbul’un neredeyse yarı fiyatına. Şaka değil gerçek! Üstelik sadece pide değil lahmacun da var. Lahmacun 4 TL. (Diğer fiyatlar da aşağıdaki fotoğrafta.)
Hem lahmacunu hem de pideyi denemenizi öneriyorum. Lahmacun İstanbul’da bildiğimiz lahmacundan biraz daha küçük (Fındık lahmacun kadar küçük de değil) ancak pide bildiğimiz standart boyutta.
Tabii ki isminden de anlaşılacağı gibi buranın spesiyali pide. Bu mekanda beğenmediğim tek şey, kasadaki çocuğun soğuk ve hafiften kabaya kaçan davranışları oldu.
Parayı ödeyip hayırlı işler deyince o da diğer tüm Mardinliler gibi “Başım gözüm üstüne” diyor ama vücut dili bambaşka bir şey söylüyor… Yani dil “Başım gözüm üstüne” derken vücudu ve mimikleri “Niye geldin, hani gelmesen daha iyi olurdu, al şu paranın üstünü” der gibiydi adeta…
O meşhur lafı -Başım gözüm üstüne- hissetmeden söyleyen bir tek bu arkadaşı gördüm tüm Mardin gezi süresince. Acaba bir anlık, bana mı öyle denk geldi diye düşündüm (Olur ya, hepimiz bazen somurtkan olur, mutsuz ve kötü hissederiz kendimizi) ve sonra normalde hemen hiç yapmadığım bir şeyi yapıp, girip bu mekan hakkında internetteki kullanıcı yorumlarını dikkatle inceledim.
Benim gibi düşünüp Tripadvisor’da bu türden yorum yazanlar olmuş. “Demek sadece bana denk gelmemiş” dedim kendi kendime. Ve sanırım ilk defa bizim insanların yorumuna gerçekten hak verdim.
Dediğim gibi, normalde pek güvenmiyorum aslında bu türden kullanıcı yorumlarına… (Sebebini merak edenler için bu konuyla ilgili şu yazıma bakabilirsiniz: Efsane Booking.com Yorumları)
Bir de Cumhuriyet Meydanında, birinci caddenin en merkezi yerinde Birtat Lahmacun isimli büyük bir dükkan var. Burada sadece lahmacun değil kebap çeşitleri de bulunuyor. Bir öğün de burada yedim, yemekler gayet güzel.
Burası da Mardin’de yemek konusunda önerebileceğim son yer olacak. Fiyatlar konusunda şöyle diyebilirim özetle: Sultan Sofrası ve Öz Yasemin Pide Salonu, Kebapçı Yusuf Usta ve Birtat Lahmacuna göre daha hesaplı.
Daha önce hiç denemediğim için iki şişe Süryani Şarabı satın aldım Mardin’den. Hediyelik olarak da düşünülebilir. Şarabın markası: Sargon. Eve döndükten sonra, “İstanbul’da da aynısını bulabilir miyim acaba?” diye kafamdan geçirirken, oturduğumuz apartmanın hemen karşısındaki tekelde de aynı şarabı buldum.
İşleten arkadaş Mardinli, artık onun mu etkisi mi var, yoksa gerçekten Süryani Şarabı İstanbul’da böyle kolaylıkla bulunabilen bir şarap türü mü, o konuda bir bilgim yok açıkçası… (Bilenler yazının en altındaki yorum kısmında bizi aydınlatırsa sevinirim.)
Gelelim Mardin’in meşhur kahvelerine… Dibek, Memengiç ve elbette en meşhuru tartışmasız “Mırra.” Kahveden pek anlayan biri değilim.
Mırra hem görüntüsü hem kıvamı hem de birkaç yudumluk bir içecek olmasıyla bana biraz İtalyanların espressosunu anımsattı. Ama tekrar etmiş olayım, ben kahve uzmanı falan değilim, eğer benzetme biraz tuhaf kaçtıysa kusura bakmayın…
Peki Mardin’de kahveyi nerede içtim? Mardin’de kahve nerede içilir? Tabii ki meşhur Marangozlar Kahvesinde!
Burası aynı zamanda Mardin’i gezerken verilecek molalar için harika bir durak. Eski Mardin çarşılarından biri olan Hasan Ambar Çarşısı (Birinci cadde üzerindeki girişinde tabelayı görürsünüz zaten) merdivenlerinden inip sağa doğru biraz yürüyorsunuz.
Birkaç yüz metre sonra bu kahveye varacaksınız. İster çay, ister dibek, ister menengiç kahvesi, ister mırra (Ama bunun için bir yer daha önereceğim birazdan.) olsun… Doğru adres burası.
Marangozlar Kahvesi bundan birkaç yıl öncesine kadar gerçekten de bildiğimiz “kahveymiş”, okey oynanan, tavla atılan…
Yapılan restorasyon sonrası ise mekan, biraz daha kafe hüviyetine bürünmüş. Haliyle müşteri kitlesi de kağıt oynayan amcalardan/dedelerden genç jenerasyona doğru dönmüş.
Şu an tüm gençler ellerinde telefonla harıl harıl Pubg oynuyorlar burada. Bir dakika, bir dakika, şaka şaka! Bu son cümlem elbette espriydi. 🙂
Nükhet Everi’nin “Mardin Güneş Ülkesi” isimli kitabında, buranın terasında yaz aylarında haftada bir gün film gösterimi yapıldığı yazıyor. Doğrudur zira teras buna müsait görünüyor.
Hatta aynı Kasımiye Medresesi’nin önünde olduğu gibi, buranın terasında da dost ve arkadaşlarla sohbet edilerek güzel bir biçimde güneş batırılabilir Mardin’de…
Marangozlar Kahvesinde ısmarladığım dibek kahvesinin yanında yarım litrelik pet şişe ile su geldi. İstanbul’da bu türden kahve siparişlerinde gelen minik bardakta suya alışık olduğum için böylesi bir ikram beni fazlasıyla şaşırttı.
Aklıma birden Yunanistan gezi günlerim geldi. Orada da mesela bir kafeye oturduğunuz vakit, önden ücretsiz bir sürahi su veriliyor mutlaka…
Mardin çarşıları ve pazarları bununla sınırlı değil. Az önce bahsettiğim Birtat lahmacunun hemen önünden, yani Cumhuriyet Meydanından da pazar yerine giriliyor. Birtat Lahmacunun hemen önünden hafif aşağıya doğru yürüyün. (Birinci cadde tarafına değil)
Zaten renk renk sebze & meyve satanlar burada hemen karşınıza çıkacak. Buradan itibaren adeta bir çeşit labirentin içine gireceksiniz. Zira burada Mardin Ulu Camii, Latifiye Camii, Kayseriyye Bedesteni, Mardin Cumbalı Ev ve Marangozlar Kahvesinin olduğu Revaklı Çarşı tamamen iç içe geçmiş durumda.
Peki tüm bu labirentin, çarşıların ve pazarların içinde neler satılıyor? Ne tür dükkanlarla karşılaşacaksınız? Aklınıza ne gelirse: Terziler, nargileciler, aktarlar, sabuncular, kıyafet satanlar, tespihçiler, bakırcılar, marangozlar, gümüşçüler, baharatçılar, antikacılar, çaycılar… Ben bu labirentin içinde saatler harcamışımdır.
Üstelik ben buraya bir kez de değil, birden fazla defa geldim ve çarşının içinde dolaştım da dolaştım. Yorulunca bir çayhanenin önünde durdum, hasır taburede oturup bir liraya çay içtim. Sonra aklıma İstanbul’daki çay fiyatları geldi…
Yürürken karşıma ilginç birkaç yapı birden çıktı. Cumbalı ev, Mardin’in alışıldık mimarisinin dışında bir tarzı yansıttığı için hemen dikkat çekiyor zaten. Bu evin önünden biraz yürüdükten sonra ise artık kullanılmayan ve atıl duran tarihi bir bina karşıma çıkıyor. Burası da Eski Sinema Salonu.
Üst kattaki pencelerin camları kısmen kırık. Kapısı kilitli. İçeriye yığılmış eşyalar kapı aralığından görülebiliyor. Binanın uzunca bir süredir kullanılmadığını kestirmek pek zor değil. Buradan yürüyerek, çarşının içinden sırayla Mardin Ulu Camii ve Latifiye Camiine ulaşıyorum.
Artuklu döneminden kalan Mardin Ulu Camii şehrin sembol yapılarından biri. Avluya girer girmez adeta “Bakın ben buradayım” dercesine haykıran heybetli ve işlemeli zarif minaresi, şehrin birçok noktasından da görülebiliyor.
Zaten söylediğim gibi, caminin girişi çarşı ile bitişik, yan yana. İster çarşının içinden gelip camiye girin, ister camiden çıkıp çarşıyı gezmeye başlayın. Size kalmış.
Burayı da gezdikten hemen sonra daracık sokaklarda yürümeye devam ediyor ve Latifiye Camiine (Abdüllatif Camii) ulaşıyorum.
Fatih ile bu caminin avlusunda tanıştım. Aynı Kasımiye Medresesinde olduğu gibi, burada da bir eyvan ve çeşme var. Merakla etrafı incelerken usulca yanıma sokulan Fatih, daha ben sormadan başladı anlatmaya…
Mardin’de gönüllü rehberlik yapıp harçlık toplayan çocuklar arasında benimle en çok ilgilenen, bana en fazla şey anlatan Fatih oldu. Latifiye Camiinin özelliklerini, eyvanlı çeşmeleri, Mırra’nın öyküsünü bir de onun ağzından dinledim. Okulundan, ailesinden, Mardin’den konuştuk.
Baktım okumaya, öğrenmeye ve araştırmaya çok hevesli, ona kendi okuduğum Mardin Güneş Ülkesi isimli kitabı İstanbul’dan hediye olarak posta ile gönderebileceğimi söyledim, adresini vermesini rica ettim. Adresi hemen not aldım ve ardından ekledim: “Bu kitabı okursan, gelenlere Mardin’i çok daha farklı özellikleriyle, çok daha güzel bir biçimde anlatabileceksin.”
Kendisi genelde bu camide durup gelenleri karşılıyor, onlara gönüllü rehberlik yapıyor. “Bazen Mardin’de gezilip görülecek diğer yerlere de gittiğim oluyor ama genelde burada oluyorum.” dedi. Gittiğiniz zaman Fatihle mutlaka kısa da olsa sohbet edin, okul harçlığına cüzi de olsa bir katkıda bulunun…
Üstelik ben yine onun sayesinde, Latifiye Cami avlusunda buraya görmeye gelenlere Mırra kahvesi hazırlayıp sunan Hıdır Amcanın kahvesinden de içtim. Onunla da biraz sohbet ettik.
Buraya gelenlere Mırra ve çay ikram eden Hıdır Amca, ücreti sorunca “Gönlünden ne koparsa” diyor ve ekliyor: “Mırra’nın yapımı uzun sürer, hazırlaması zahmetlidir ve genelde Mardin’deki kafelerin çoğu bunu böyle uzun uzadıya uğraşmadan hazır yapar. Üstelik fiyatları da öyle ucuz değildir.”
Gerçekten de öyle. Mırra birkaç saniyede içilip bitirilen bir içecek olmasına karşın hazırlanması epeyce uzun sürüyor. Kahveyi içtikten sonra yanlarından ayrılıyorum.
Oradan ayrıldıktan sonra bir anda kafamda bir şimşek çaktı ve Sabancı Müzesinin hediyelik eşya mağazasında elimdeki kitabın aynısının satıldığını hatırladım.
Ertesi sabah ilk işim müzeden bu kitabı satın alıp hemen Fatih’e hediye etmek oldu. Aşağıdaki fotoğrafları da Fatih çekti. (Fatih’in Instagram sayfasını beğenerek ona destek olabilirsiniz: Rehberin Fatih)
Mardin’deki son akşamımda yine tuttuğum notları bir güzel temize çekiyorum. Anlatacak, yazacak bir hayli malzeme birikmiş. (Bu yazımdan daha iyi anlaşılıyor sanırım.) Ertesi gün akşam üstü İstanbul’a döneceğim için, sabah erkenden ilk işim henüz vaktim varken Cumhuriyet Meydanındaki Mardin Müzesini ziyaret etmek…
Şehir merkezi oldukça büyük taş konakların çokluğuyla dikkat çeker. Çok azının geçmişi 19. yüzyıl öncesine inse de, insan bir Ortaçağ kenti, bir Mezopotamya Gubbiosu izlenimi edinir. Daha büyük konakların bir çoğunda çan kulelerinin bulunması, Mardin’in refahına herhalde büyük katkıda bulunan Süryani Ortodoks azınlığınca yaptırıldıklarına işaret eder.
Ana meydan bir şehir turunun belirgin başlangıç noktasıdır. Kuzeyde iyi düzenlenmiş Mardin Müzesi yer alır. Artuklu sultanları Melik Salih ve Melik Muzaffer döneminde görev yapmış Abdüllatif Bin Abdullah’ın yaptırdığı oldukça büyük Latifiye Camii aşağıda kalır.
Daha doğuda, ana caddenin aşağısında bulunan Ulu Camii, 19. yüzyılda büyük ölçüde restore edilmiş başka bir Artuklu yapısıdır. İnce bezemeli minaresi kent manzarasının öne çıkan bir unsurudur. Arkasında kalan Kayseriyye Çarşısının inşası, daha çok medresesi ile tanınan Akkoyunlu hükümdarı Kasım Bey döneminde, 1500’den önce tamamlanmıştır.
Kaynak: Francis Russell, Türkiye’de Görülecek 123 Yer, Çev. Nurettin Elhüseyni, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 112
Aynı Dara Antik Kenti gibi Mardin Müzesi de pazartesi günleri kapalı. Burada Müzekart geçiyor, dolayısıyla ben ücret ödemeden girdim.
Mardin Müzesinin giriş katında yakın dönem kazılarında bulunanlar, Dara Antik Kentinden çıkarılan kimi objeler, Roma döneminden kalan sütunlar, Arapça ve Süryanice yazılmış mezar taşları sergileniyor.
Merdivenlerden çıktığınızda karşınıza gelen birinci katta ise oda oda bölümler var: İnanç salonu, ticaret salonu (paralar, sikke ve mühürler), yaşam salonu (tıp aletleri, takılar, yöresel yerel kıyafetler) ve sahte eserler salonu.
Müzeyi gezmem yaklaşık bir saat sürdü. Nükhet Everi, kitabında burasının bir saray hissi uyandırdığını yazmış. Gerçekten çok haklı. Kapıdan girmeden önce dışarıdan binayı süzerken ve içeride merdivenlerden çıkıp odalara girerken aklıma yıllar önce oynadığım Prince of Persia geldi.
Müzeyi ziyarete gelenler, ayrılmadan önce mutlaka üst kattaki geniş avluda fotoğraf çektiriyorlar. Eski Mardinde birinci caddenin girişine yakın kısımda yer alan ve Mor Behnam olarak da geçen Kırklar Kilisesi ile Mardin Müzesine bitişik yer alan Meryem Ana Kilisesi (Süryani Katolik Kilisesi burası), Covid 19 salgını nedeniyle kapalıydı.
Öğrendiğime göre bu kiliselerin dini görevlileri hastalıktan bir hayli korktukları için kiliseleri geçici bir süreliğine kapatmayı seçmiş. Bir yandan da son derece haklılar aslında. Ancak tüm rahipler onlar gibi değil. Hastalığın sahte olduğuna inanıp kendini korumayan din görevlileri ile ilgili haberleri de sıkça duyuyoruz.
Son günümde Mardin Müzesini gezdikten hemen sonra şehirden ayrılmadan önce tarihi Kız Meslek Lisesi ile Gazi Paşa İlkokulunu ziyaret ediyorum. Kız Meslek Lisesinin yerinde daha önceden bir medrese varmış. Buraya 1898 tarihinde bir Rüştiye Mektebi yaptırılmış önce. Bu rüştiye binası sonradan lise, kız öğretmen okulu ve ticaret lisesi olarak hizmet vermiş.
Bir bakanı tekrar baktıran girişindeki işlemeli zarif kapının üzerinde Milli Eğitim Bakanlığı Olgunlaşma Enstitüsü yazıyor. Bunun hemen yanı ise bir ilk okul binası: Mardin Artuklu Gazi Paşa İlkokulu. Mardin seyahati böylece burada sona eriyor. Üç günlük gezim beklediğimden de çabuk geçti aslında.
Hatırlayacağınız üzere, Eski Mardinden Mardin hava alanına dönüş için, yazının ilk bölümünde “Dönüş için Havaşı kullanmanızı pek önermiyorum” demiştim.
Bunun sebebi yine ilk bölümün girişinde de belirttiğim gibi trafik. Aslında uçak saatine göre Mardin’den hava alanına dönüşte araç yine var ancak bu minibüsün trafiğe takılma ihtimali çok yüksek.
Nitekim kaldığım otelde birinin başına daha önce böyle bir şey gelmiş. Havaş trafik nedeniyle 40 dakika kadar gecikince, aile uçağa taksiyle zar zor yetişmiş.
Bunu dikkate alarak ben de hava alanından merkeze Havaşla geldiğim halde dönüşte taksi kullandım. Bu en garanti seçenek. (Yine de Havaş’ın numarasını aşağıya bırakıyorum. )
Cumhuriyet meydanında sorduğum taksici 90-100 Türk Lirası fiyat söyledi, otelden aradıkları taksi ile ben Eski Mardin’den Mardin hava alanına 70 TL’ye gittim.
Pek ucuz sayılmaz ama işimizi garantiye almak adına bu noktada en makul seçenek taksi gibi görünüyor. En kötü ihtimalle, yazının ilk kısmında telefon numarasını yazdığım Serkan’ı arayabilirsiniz. Eminim yardımcı olacaktır.
Mardin gezi notları burada sona eriyor. Okuyan herkese çok teşekkür ediyorum! Hepiniz baş tacısınız! Yakın zamanda Mardin seyahati düşünenler için umarım faydalı bir içerik üretebilmişimdir.
Hepinize iyi yolculuklar derken, ilginizi çekebilecek birkaç yazımın daha linkini ve Instagram ile Youtube kanalımın adresini buraya bırakıyorum:
- Arabayla Yurt Dışına Çıkmak
- Antoni Gaudi’nin Barselona’sı
- Sırt Çantalı Seyahat
- Hosteller İle İlgili Merak Edilenler
Takip etmek isteyenler için Gezivita İnstagram sayfası: Gezivita İnstagram Adresi
Gezivita Youtube Kanalı: Gezivita Youtube Kanalı
Ah Mardin! Mardin yazılarını okudum, gezmedik yer bırakmamışsın. Beni en çok etkileyen yerlerden biri Mardin, insanı içine çeken farklı bir şehir. 2018 yılında Mardin Müzesi davetiyle birkaç gün kalma şansım oldu. Müze müdürü Nihat Bey bize tüm zaman eşlik etti, onun anlatımıyla gezi daha da anlam kazandı. Program hazırdı ve yoğundu. Nusaybin`e kadar gittik, Nasıl gezeceğiz bunca yeri derken inanılmaz geçti! Bir de üzerine festivale denk geldik ve müzede her hafta olan müzik akşamına. İnanılmazdı! Yazılarım çok çok eksik ve seninkiler kadar detaylı ve zengin yazamıyorum zaten:) Umarım tekrar toparlayıp kalan yerleri yazmayı başarırım.
https://www.mutlueller.com/search/label/Mardin
Bu arada araç kiralamadan gezme işini çok iyi başarmışsın. Çünkü gerçekten araçsız zor.
2018 öncesinde Mardin`e gitmek hep aklımdaydı. Ancak senin de belirttiğin gibi normalde oldukça kalabalık. Biz ailece birkaç kez yeltendik, ya uçaklar doluydu ya da çok pahalıydı. Kesinlikle tekrar gideceğim şehirlerden biri, evdekilerin de görmesini istiyorum. Senin bu dönemde gidebilmen bir anlamda iyi olmuş. Kapalı olan yerler üzücü tabii ama rahat gezmişsin en azından.
Mardin yazıların beni heyecanlandırdı. Fotoğraflarımı bulup kaldığım yerden yazma isteği geldi:)
Dur bakalım:)
Selam Semi! Yazıma katkın her zamanki gibi şahane! Teşekkür ediyorum. Mardin gerçekten de dediğin gibi harika, Türkiye’de kesinlikle görülmesi gereken yerlerden biri. Mardin seyahati, özellikle de yurt içi seyahatlerinde araçla gezmenin önemini & faydasını iyiden iyiye hatırlattı bana. Zaten araç olmadığı için Mardin’in yakın çevresini gezemedim. Ama bir yandan da şanslıydım evet, çok fazla kimse yoktu, kalabalığı pek sevmiyorum… Yaz tabii ki. Hatta sen benim bahsetmediğim, benim gezmediğim kısımları yaz ki iki yazı birden birbirini tamamlasın. 🙂
Merhaba Mardinimizi çok güzel kaleme dökmüşsünüz kaleminize sağlık çok keyifle okudum ve anlattığınız her noktayı gözümde canlandırdım umarım yolunuz tekrar Mardin’e düşer görüşmek dileğiyle
Merhaba. Çok teşekkür ederim yorum için! Evet, ben de tekrar gelmek istiyorum. Bakalım, bu ilk seyahat şimdilik başlangıç olsun diyelim. Selamlar.