Köylü Ekrem
Ben onda büyük bir gizem sezmiştim. Yarattığımız özgün ve üstün yapıtların hepsi, bir bilinçsel inadın, deliliğe yakın, tek kişi olma tutkusunun ürünüdür. Bu tanınmayan, alçak gönüllü sahaf, saf bir fikir hayatının, bir tek fikre bağlı kalmanın, bir Hint fakiri veya bir orta çağ rahibiymişçesine, yoğun bir dünyayı unutarak kendinden geçme halinin, bu devirde bile, hatta bir telefon kulübesi yanında ve bir kahvehanenin pırıl pırıl ışıkları altında dahi mümkün olduğunu, bunu kendi kişiliğinde gerçekleştirmek suretiyle, bana, çağdaş şairlerimizden daha kusursuz bir şekilde kanıtlamıştı. (Kaynak: Stefan Zweig, Sahaf Mendel, Bir Kadının Yirmi Dört Saati, Çev. Hamdi Varoğlu, Yordam Kitap, İstanbul, 2012, s. 28-29)
Her bir şeyin hızla tüketildiği, insanoğlunun her şeyi yapmak isterken bu nedenle aslında hiçbir şeyi tam olarak yapamadığı, hiçbir duyguyu tam ve derinden hissedip yaşayamadığı ve iyileşmek şöyle bir yana dursun, günden güne fast-foodlaşan bir çağda, Köylü Ekrem’in, eserini kazayla düşüren gence söylediği; ”Hiç üzülme, eğer istersen bunların hepsini camdan aşağı atar sizin için yeniden yaparım’’ sözü son derece kayda değer.
Aslına bakarsak, kendisinin videonun sonuna doğru sözünü ettiği, başhekimin kimliğinde somutlaşan insan prototipi, üzülerek ifade etmek gerekir ki, bugün Türkiye’nin hem de ezici bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. Öyle çok da uzaklara gitmeye lüzum yok, sağımıza veya solumuza bakmak kafi.
Burada ayırdına varılması gereken noktaysa şu: Hiç kimseden Köylü Ekrem’in sürdüğü yaşamı beklemek gibi bir düşünceye kapılamayız. Daha doğrusu kapılmamalıyız. Veya öyle olmasını beklemek zorunda da değiliz. Dolayısıyla, kimilerinin söylediği gibi, “Tamam iyi hoş çok güzel konuşmuş adam da, sen aynısını yapabiliyor musun kendi bireysel yaşantında?” yaklaşımı bizi bir yere götürmez. Çünkü neticede burada zaten yanıtı çok açık bir soru soruluyor.
Önemli olan, bu insanı örnek, rol model olarak alabilmek/görebilmek ve kısmen de olsa yaşantımızı elimizden geldiği ölçüde onunkine benzetebilmek, doğruları bağdaştırabilmek. Yoksa kimse bizden Köylü Ekrem olup, münzevi bir yaşayış için köye yerleşip sürekli yeşillik ve maydanozla beslenmemizi ya da Henry David Thoreau olup doğanın kucağındaki ormana taşınıp, “Sivil İtaatsizlik, Doğal Yaşam ve Başkaldırıyı” yazmamızı beklemiyor zaten.
(Bu kitabın yanı sıra, yine biri bizzat Henry David Thoreau’ya ait, birinde ise kendisinin bir makalesinin yer aldığı şu iki kitabı mutlaka okuyun: Nerede Ve Ne İçin Yaşadım? Kamu Vicdanına Çağrı: Sivil İtaatsizlik)
Alman kuramcı Wilhelm Von Humboldt, Devlet Faaliyetinin Sınırları isimli siyasi risalesinde, insan için en ideal yaşantı biçiminin, bireylerin kendini gerçekleştirmesi ve geliştirmesi olduğunu söyler. Ve devletin de buna yardımcı olacak bir araçtan öte başka bir kurum olmadığına dikkat çekerek, saf bir anti-paternalizm* örneği sergiler. Köylü Ekrem’in satır aralarını okuduğumuzda, tam da bu anlayışa denk düşen bir kişiyle karşı karşıya kaldığımızı anlıyoruz.
Hepimiz, vaktiyle elinde fenerle, ”Adam arıyorum adam” demek suretiyle Atina sokaklarında dolaşan Diogenes’in hayranıyız. Filozofları da mutlaka tarihte aramaya, orada bulduklarımızı da sürekli hüzünle anarak abartılı bir kutsallaştırmaya gitmeye, tapınım nesnesi haline getirmeye lüzum yok.
Günümüzden, örneğin bir Slavoj Zizek, Noam Chomsky gibi yazmış olduğu herhangi kitabı olmasa da, en basitinden karşımızda köylü sıfatıyla bir filozof duruyor işte. Ve asgari olarak yapmamız gereken ona saygı duyabilmek, hatta yeri gelirse ona olan saygımızı sunabilmek, belli etmek.
Aksi her durumda, sözü edilen başhekim örneğinde olduğu gibi, “O başhekim ise başhekim, ben de köylüyüm” eleştirisine maruz kalırsınız ve dönüşmemesini arzu ettiğimiz insandan bir farkınız kalmaz. Ve öyle sanıyorum ki bu da, arif olanın zaten kendiliğinden anlayıp yeterince utanacağı, böylesine yüce gönüllü birinin vereceği en ağır tepkidir.
Sırf Deist olduğu için, kuruluştaki yeri bugüne değin muallakta kalıp, adı Amerikan tarihinde, diğerlerine nispetle çok da fazla zikredilmeyen, Amerikanın kurucu babalarından (Founding Fathers) Thomas Paine, muhteşem eseri Akıl Çağı‘nda şöyle yazar: ”Doğruluğu görülürse, bir fikre inanmak, başka bir fikre inanmaktan daha zor değildir.”
Tutarlı olmayı severiz ve yanıldığımız ortaya çıksa dahi düşüncelerimizi kolay kolay değiştirmeyiz. Bu yüzden bu ülkeden daha az sayıda bilim insanı ve daha fazla sayıda demagog çıkmıştır. Kitleler ne yazık ki demagogların peşinden gider.
Ancak unutulmamalıdır ki, insanlık ilerlemesini bilim adamlarına, filozoflara, düşüncelerinin yanlışlığı ortaya çıkınca bunları değiştirmekten gocunmayan rasyonel insanlara borçludur. Thomas Painelere, Köylü Ekremlere, Howard Zinnlere…
Köylü Ekrem’e saygıyla.
*Paternalizm: Yönetici gücün veya devletin, bir babanın aynı çocuğunun tüm ihtiyaçlarını karşılaması gibi, kendisine vatandaşlık bağıyla bağlı herkesin ihtiyaçlarını karşılaması, onun adına karar verip hayatının her alanını düzenlemesi faaliyeti.
(Not: Kitap fotoğrafı Kaknüs Yayınlarının kendi web sayfasından alınmıştır.)