Bratislava Gezi Notları
Herkese merhaba!
Bratislava, Slovakya’nın başkenti. Slovakya, eski Çekoslovakya’yı oluşturan iki ülkeden biriydi. Peki, Slovakya nerede? Slovakya dendiğinde, burayı gözümüzde canlandırmak pek kolay değil biliyorum. O yüzden önce kısaca tarif edeyim.
Ülkenin güneyinde Macaristan, batısında Avusturya ve Çek Cumhuriyeti, kuzeyinde Polonya, doğusunda ise Ukrayna var. Doğrusu, Orta Avrupa’da coğrafi konum olarak yeri gayet iyi…
2004 yılından bu yana Avrupa Birliğine üye olan bu ülkenin en büyük şehirleri; sırasıyla başkent Bratislava ve ülkenin doğusunda yer alan Kosice.
Bratislava, Avusturya ve Macaristan gezi rotamın başında, kendisine son anda bir günlük yer buldu. Zira burası Avusturya’nın başkentine çok yakın. Viyana ile arası otobüsle yaklaşık 1 saat sürüyor.
Viyana hava alanında indikten sonra, çıkış kapısının hemen önünden Bratislava’ya direk otobüsler kalkıyor. Nüfusu 450.000’in üzerinde olan bu şehrin kışları genel anlamda soğuk. Alttaki grafik, aylara göre ortalama sıcaklıkları, Bratislava hava durumunu gösteriyor.
Bu şekilde, kendimi şubatın başında Bratislava sokaklarında buluyorum, elimde minik bavulumla… Rüzgâr insanın yüzüne vuruyor ama hava aşırı soğuk değil, kar hafiften atıştırıyor.
Yalnızca bir gece kalacağım ve vakit nakittir diyerek, alelacele bavulumu hostele, akabinde kendimi de Bratislava sokaklarının kollarına bırakıyorum…
Bratislava’ya kışın yaptığım bu ilk seyahatte Hostel Blues’da kaldım. Blues Hostel, konum olarak eski şehrin tam kalbinde diyebilirim. Ferah ve odaları tertemiz. Gözü kapalı tercih edilebilir.
Viyana’dan otobüsle Bratislava otogarına geldikten sonra, yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüşle hostele ulaşmak mümkün. Yani herhangi bir toplu taşıma aracına binmeseniz de olur. (Booking puanı 10 üzerinden 8,9 olan hostel için tıklayın: Hostel Blues)
Bratislava Gezilecek Yerler
Şehirde görülmesi gereken yerlerin başında gelen St. Michaels Gate’e son derece yakınım ve yürüyerek hemen buraya ulaşıyorum. Bu kapı, şehrin Orta çağdan kalma en eski yapılarından. Yaklaşık 1300’lere tarihleniyor.
Bu arada, kapının hemen önünde, karşıdan gelen 3-4 kişilik grubun Türkçe konuştuğunu fark ediyorum.
Burada yaşadıklarını/okuduklarını düşünerek, şehir hakkındaki izlenimlerini öğrenmek isterken, onların da benden birkaç saat önce geldiğini ve ayrılmak üzere olduklarını öğreniyorum. Vedalaşıyoruz.
St. Michael’s Gate’in hemen önündeki cadde bomboş. Dükkanların hemen hepsi kapalı. Burası Michalská Street. Etrafı hızlıca turluyorum çünkü mevsim nedeniyle hava erkenden kararmak üzere ve zaten kısıtlı olan vaktimde görmek istediğim bir yer daha var.
Böylelikle, St. Michaels Gate’in hemen ardından, tepeye konuşlanmış Bratislava Kalesine dikiyorum gözümü. Kentteki ilk saatlerde edindiğim ilk izlenim şu şekilde; buraya, mutlaka ilkbahar-yaz aylarında, kentin parlak yüzünü, canlı renklerini herkese bütün yüce gönüllülüğü ile eşsizce sergilediği zaman uğranması gerekir.
Kış mevsimi, sadece, güzel bir tabloyu karanlıkta incelemeye çalışan birinin üzerinde bıraktığı tesir gibi, bir bulanıklık, yarım kalmışlık hissi veriyor insana…
Hakikaten, şehre ikinci ziyaretim yaza denk gelecek ve aradaki farkı o zaman çok daha net anlayacağım. Fakat kışın da kendine has, apayrı bir güzelliği var ve geldiğim için hiç pişman değilim.
Bratislava Gezi Notları
İnternette, bu kente en fazla 2-3 saat ayrılması gerektiği yönünde yorumlar okumuştum. Bu yorumları son derece acımasızca bulduğumu söylemeliyim. Bratislava gezisi en azından bir tam günü hak ediyor. Aldous Huxley, muhteşem eseri Algı Kapıları’nda, örnek bir olay anlatır.
Yazarın bir arkadaşının şizofren eşi, hastanede tedavi görmektedir. Yazarın arkadaşı, eşini ziyarete gider ve ziyaretin bir yerinde şu an orada olmayan çocukları hakkında konuşmak ister.
Karısı, bir süre onu dinledikten sonra, o an gerçekten önemli olan tek şeyin, orada ve şu an olan biten olması gerektiğini belirtir ve eşinin dikkatini, kolunu salladığında yün ceketinin havada çizdiği harikulade şekillere yoğunlaştırmasını ister.
Huxley, aşinalığın küçük görmeyi doğurduğunu yazar ve şöyle der; “Dış dünya, hayatımızın her sabahı uyandığımız, istesek de istemesek de hayatımızı kurmaya çalıştığımız yerdir. İç dünyada ise ne çalışma ne de tekdüzelik vardır.”
Bratislava Kalesinin duvarlarının ihtişamlı görüntüsünün ve göz alıcı mimarinin aklınızı başınızdan almasına izin verin demiyorum (ki bu da gayet mümkün aslında) ama bana öyle geliyor ki sırf kaleden şehre süzülen enfes manzarayı izlemek bile en azından yarım saatten daha fazlasını hak ediyor zaten…
Aynı şeyi Belgrad’da Kalemegdan’da ve Budapeşte’de Buda Kalesinde de yaşamıştım. Tepeden kuşların süzülüşünü seyretmek, tüm şehri ayaklarının altında hissetmek ve bunu yaparken lapa lapa yağan karın manzarayı ufak dokunuşlarla beyaza boyaması… (Lapa Lapa Kar Yağarken Dinlenecek Bir Albüm Önerisi için bu yazımı okuyabilirsiniz)
Bratislava
BBC muhabiri Stuart Flinders, Liverpool sokaklarında, 1967 yılında Goodison Park’ta Everton ile oynanan derbi maçını hatırlayan birilerini bulabilmek ümidiyle bir tura çıkıyor ve yoldan geçen yaşlı bir amcayı çeviriyor.
Bu maçı hatırlayıp hatırlamadığını sorduğunda aldığı cevap hakikaten çok enteresan…
Çünkü bu yaşlı amcanın ismi Tommy Lawrence. Kendisi eski bir Liverpool kalecisi, üstelik bu kaleyi 14 yıl boyunca korumuş ve hepsinden daha da önemlisi, sorulan maçta Liverpool adına kaleyi koruyanın ta kendisi!
Kısa ama çok samimi bu diyalog hakkında Youtube’da bir kullanıcının yaptığı yorumsa gözümden kaçmadı. Bence fazlasıyla dikkate değer, içten, naif, sıcacık.
Bakın, videoyu dislike yapanlara nasıl sesleniyor bu kullanıcı: How can anyone dislike this video? I could watch it over 100 times and still put a smile on my face!
Tabii Tommy Lawrence’ın ve video altına o yorumu yapan arkadaşın suratına konan bu gülümsemeyi nedenleriyle anlayabilecek ve o duyguyu yaşayacak kişi sayısı son derece sınırlı görünüyor.
Bu da, aklıma geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz şair Gülten Akın’ı getiriyor ister istemez: “Ah kimselerin vakti yok, durup ince şeyleri anlamaya…”
Bratislava’yı, ilkinden yaklaşık 5 ay sonra, temmuz ayında tekrar ziyaret ediyorum. Bu kez daha kapsamlı gezme şansım oluyor.
Bunu da bir sonraki yazıya bırakıyorum. Tekrar görüşmek üzere, şimdilik hoşça kalın!
Bu yazıya daha önce yorum yazmadığıma şaşıyorum. Geçen sene Erika ile birlikte senin yazın üzerinden Bratislava’yı gezmiştik. Slovak Pub’da yemek yerken seni anmıştık. Eline sağlık Kaancım.