Estonia
Herkese merhaba!
Başlıktan hareketle, bunu da çoğu kez burada yaptığım gibi bir gezi yazısı olarak düşünebilirsiniz pekala. Ancak öyle değil.
Açıkçası, “İzlemek için değişik bir şeyler bulabilir miyim acaba?” diyerek giriş yaptığım Blu Tv hesabımda, tesadüfen bu başlıktaki yapımı görünce, ben de şu zamana dek henüz gidip görme fırsatı bulamadığım ülkelerden biri olan Estonya hakkında klasik bir gezi programı sanmıştım bunu ilk önce.
(Bugüne kadar gezip gördüğüm tüm ülkelerden ve kendimden şu yazımda bahsettim, beni tanımayanlar/bu bloğa ilk kez gelenler önce buraya bakabilirler: Gezivita)
Fena halde yanıldığımı, içerik ile ilgili bilgilere hiç göz atmadan doğrudan izlemeye başladığımda anladım.
Ancak bu tesadüf, inanılmaz bir belgeselle ve son derece ilginç bir tarihi olayla tanışmama vesile oldu.
Titanik’i herkes izlemiştir zaten. Estonia da ona benzer biçimde, deniz üzerindeki seferi sırasında batan -ancak bazı iddialara göre kasten batırılan ve Titanik’ten bu yönüyle farklılaşan- devasa bir gemi.
Aslında geminin tam adı MS Estonia. Yazının başlığındaki Estonia ise bu gemi kazasını anlatan, 2020 yapımı, beş bölümlük son derece sürükleyici bir belgesel.
Cemil Oktay’ın “Modern Toplumlarda Savaş ve Barış” isimli kitabının son kısmında yazılanları yeniden okurken, izlediğim bu belgeselden size de burada bahsetmeye karar verdim.
(Bu kitabı da tanıttığım yazı için buraya bakabilirsiniz: Okuduğum Kitaplar)
Oktay burada, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi toplama kamplarında öldürülen kimi Yahudilerin mal varlıklarının İsviçre bankalarınca el konularak yıllarca nasıl hukuk dışı biçimde kullanıldığından bahsediyor.
İsviçre gibi son derece medeni ve kalkınmış bir ülkenin bile kara para aklama konusunda bu türden olayların yaşanabildiği bir yer olmasına dikkat çekerek şöyle diyor özetle: “Her ülkenin karanlık bir tarafı olabilir aslında.”
İşte ben de tam da bu düşünceden hareketle, birden fazla ülkenin hepsinin bir şekilde içinde yer aldığı bu son derece trajik tarihsel olayı anlatan belgeseli burada size tanıtmaya karar verdim.
MS Estonia Kazası
28 Eylül 1994 günü, Tallinn ile Stockholm arasında sefer yapan yaklaşık 160 metre uzunluğundaki MS Estonia isimli gemi bir kaza yapar ve batar. Bu kaza, İkinci Dünya Savaşından bu yana, İskandinav ülkelerinin başına gelen en büyük felakettir.
MS Estonia kazasında tam 852 kişi hayatını kaybetmiştir. İnanılmaz bir sayı öyle değil mi? (Rakam değil, sayı. Rakam, 0’dan başlayarak 9’a kadardır. Türkiye’de, hemen herkes tarafından yanlış bir şekilde kullanılmaktadır.)
Kazadan sonra yapılan ilk açıklamalar, kazanın sebebi olarak baş taraftaki vizörün -gemiye araçların girdiği, bir nevi kapı işlevi gören öndeki kısım-tam kapanmadığı için sefer esnasında yerinden çıkarak geminin su aldığını ve bu yüzden battığını söylemektedir.
Buraya kadar her şey normaldir. MS Estonia kazası, ilk bakışta her zaman gerçekleşebilecek türden tipik bir deniz kazası gibi görünmektedir.
Ancak belgeselde izleyeceğiniz gibi, kazadan hemen sonra yaşanan ve uzun yıllara dağılan kimi gelişmeler son derece ilginç.
Yaşananları izledikçe, deyim yerindeyse sis perdesini aralamaya çalışmak yerine olay yerinden giderek uzaklaşıldığı görülüyor. En azından belgeselde izlediklerimiz bize bunu düşündürüyor.
Kazadan sonraki ilk resmi açıklamalarda -ölü veya sağ- herkese ulaşılana kadar kurtarma operasyonuna devam edileceği söyleniyor.
Ancak sonradan batığın derinliği ve ağırlığı sebebiyle operasyonun sanılandan çok daha zahmetli ve zor olduğu açıklanarak, içindekilerle beraber denizde kalmasına karar veriliyor.
Yani ilk anda kurtulanlar kurtuluyor ancak kalan cesetler çıkarılmadan öylece yerinde, denizde bırakılıyor. Enkazın etrafına kum ve taş dökülerek batık bölgesinde dalış yapılması da kanunla yasaklanıyor.
2019’da, yani kazanın yirmi beşinci yılında, Estonia’nın da yönetmeni olan gazeteci Henrik Evertsson, ekibiyle beraber, Alman bandıralı bir gemiyle bölgeye dalış yapmak için gidiyor.
Amaçları, resmi raporlarda kazaya neden olduğu söylenen baş vizörün kırılması/kopmasından başka bir sebep olup olmadığını araştırmak.
Almanya hükümeti burada dalışı yasaklayan antlaşmayı imzalamadığı ve batığın yer aldığı alan uluslararası sular olduğu için -daha önceki başarısız denemelerin aksine- dalışı gerçekleştirmeyi başarıyorlar.
İçeriğe ve detaylara fazla girmek istemiyorum. Zaten belgesel her bir saniyesine ve tüm detaylarına dikkat edilerek izlenmesi gereken gerçekten dikkat çekici bir yapım.
MS Estonia Belgeseli
Ancak belgeseli izlerken en çok dikkatimi çeken kısımlardan birini sizinle burada paylaşmak istiyorum. Bu, kazadan sağ kurtulan ve Denizli’nin bir köyünde yaşayan biriyle yapılan röportaj oldu.
Röportajda İsveççe konuşan Kadir Kaymaz, Estonia kazasından sağ kurtulan Türk yolculardan biri.
Kaza olduğu sırada yolcu listesindeki ismi ise Carl Övberg. İnternette yaptığım kısa bir araştırma sonucunda bunun doğru olduğunu öğrendim ve oldukça şaşırdım.
Belgeselde, kazanın gerçekleştiği dönem hakkında söyledikleri de dikkate değer. Keşke kendisine daha fazla yer verilebilseydi. Zira hayat hikayesi hayli enteresan olmalı bu adamın…
Kaza sonrasında yaşanan telsiz konuşmaları, kurtarma görüntüleri, kazadan sağ kurtulanlar ve kazada hayatını kaybedenlerin yakınları ile yapılan röportajlar ile son derece kaliteli bir belgesel niteliği taşıyan Estonia’yı ilk fırsatta mutlaka izlemenizi öneririm.
Bir solukta izleyeceğinize eminim.
Üstelik belgesel, siz onu izlerken siyaset bilimi, etik, uluslararası hukuk, insan psikolojisi gibi birden fazla disiplin hakkında da düşünmenizi ve fikirler üretmenizi sağlayacaktır.
Şunu itiraf etmeliyim ki, bu belgeseli izlerken ve izledikten sonra, içimde hüzün, şaşkınlık ve kızgınlık duyguları tamamen birbirine karıştı…
Belgeselin hemen başında gazeteci Lars Borgnas, “MS Estonia sıradan bir kaza değildi. Eşi benzeri pek görülmemiş türden bir felaketti” diyor.
Her şeye rağmen olabildiğince tarafsız bir gözle izlemeye çalıştım.
Bu konudaki takdir, benim gibi bu belgeseli izleyecek herkesin kendisinin elbette. Zira izlerken durup bir an düşünüyorsunuz, empati yapıyorsunuz, sorguluyorsunuz… Her açıdan mükemmel bir yapım diyebilirim.
Siyaset bilimine ilişkin çok kısa bir notla bitiriyorum: Devletler, vatandaşlarının sahibi değildir.
Maalesef kendi ülkemde de bunun farkında bile olmayan milyonlarca insan yaşıyor. Bu konuya ilişkin olarak da şu yazıma göz atabilirsiniz: Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi
Sevgiyle kalın. Bir başka yazımda tekrar görüşmek dileğiyle…
(Kullanılan fotoğraflar, Blu TV sitesinden ekran görüntüsü şeklinde alınmıştır.)