Nasıl Geziyorum? (1.Bölüm)

Nasıl Geziyorum?

Bu da sorulur mu? Elbette sırtımda sırt çantasıyla! İnanmıyorsanız bakın.

Acropolis, Atina

Rumeli Hisarı

Mardin Dara Antik Kenti

Almatı, Kazakistan

Bangkok, Tayland.

Böyle basit ve ciddi düşününce aslında pek de komik olmayan bir cevap verebilirim buna. Ama durun, hemen kızmayın yahu! Bu kadar da kötü espri olmaz demeyin.

Umberto Eco bile, nasıl yazıyorsunuz sorusuna -Genç Bir Romancının İtirafları isimli kitabında- şöyle yanıt vermiş mesela: “Soldan sağa doğru” 🙂 Ama bu iş -ne gezmek ne de yazmak- o kadar da kolay değil elbette…

Bugün değişik bir konudan bahsedeceğim sizlere. Daha doğrusu bu, bugüne dek blogda yayınlanan yazıların genel konseptinden biraz ayrı, bu nedenle değişik ifadesini kullandım.

Bu defa sıradan bir gezi rehberi hazırlamadım. Klasik bir gezi planımı nasıl yapıp, seyahatlerimi nasıl gerçekleştirdiğimi anlatacağım bu kez.

Eminim içinizde merak edenler ve “Bu adam seyahat rehberi hazırlama işini iyi beceriyor, ayrıntılı gezi yazıları hazırlıyor, gittiği yerleri de güzel anlatıyor ama acaba kendisi nasıl geziyor” diye kendi kendine soranlar vardır. İşte bu yazıda bu sorunun yanıtını bulacaksınız.

Bilirsiniz veya ortaokul yıllarınızdan eminim hatırlarsınız, bir kompozisyonun üç ana bölümü vardır: Giriş, gelişme ve sonuç. İşte bu yazıda kendi seyahat maceramı bu üç ana bölüme ayırarak paylaşacağım sizlerle. Zira benim seyahatlerim buna benzer gelişiyor.

Ohrid Gölü, Makedonya

Nasıl Geziyorum?

Dışarıdan bakıldığında, aynı blog yazmak gibi son derece kolay ve rahat bir işmiş gibi görünse de, bir seyahati planlamak ve hayata geçirmek, oldukça ciddi emek harcanan, en ince detayların bile hesaba katılmasını gerektiren önemli bir süreç aslında. Instagram sayfası için hızlıca anlık bir fotoğraf çekip hemen paylaşmaya benzemiyor yani.

Elbette yolculuk sırasında kendiliğinden gelişen süreçler, spontane olaylar da var ama genel olarak belli bir plan örgüsü bulunuyor. En azından benim seyahatlerim bu şekilde diyebilirim.

Wroclaw’da kaldığım hostel.

Wroclaw Hostel

Ayrılmaz ikili: Hostel & Sırt çantası (Brüksel)

Üstelik bildiğiniz gibi ben bireysel seyahat tutkunu, Sırt çantalı gezgin olduğum için, gezilerimi genelde kendim planlayarak tek başıma yapıyorum.

Yani tek başına seyahat eden bir gezginim. Tur ile bir yere gitmiyorum pek. Bir iki gezi hariç, seyahatlerime hep tek başıma çıktım bugüne kadar.

Aynı giriş, gelişme ve sonuç diye ayrılan kompozisyonlarda olduğu gibi, bu gezi yazısı sırasıyla; seyahatten önce, seyahat sırasında ve seyahatten sonra yaptıklarım diye üçe ayrıldı. O halde başlıyorum. Hazır mısınız? Çayınızı ve kekinizi elinize alın bakalım.

İsviçreli bilim insanlarının yaptığı güncel bir araştırmaya göre, Gezivita seyahat blogu içindeki yazıları çay/kahve ve kek eşliğinde okuyanlar, üç vakte kalmadan kendileri de seyahate çıkıyorlar.

Şimdiden afiyet olsun. Keyifli okumalar!

1- Seyahatten Önce

Bir yere gitmeden önce neler yaptığımı anlatayım ilk olarak. Bu kısım oldukça önemli. Zira bir kompozisyona başlarken de yazacağınız ilk cümle gerçekten çok önem taşır ve sonra gelecek kısmı fazlasıyla belirler.

Hazırlıklarım haftalar öncesinden başlıyor diyebilirim. En az 1-2, en fazla 3-4 hafta. Bu aralığın dışına pek çıkmıyorum.

Evet farkındayım, 3-4 hafta demek neredeyse bir ay demek. Bu süre kimileri için çok uzun gibi gelebilir, ancak gerçekten böyle.

Birazdan, yazıyı okuduktan sonra neden bu denli uzun sürdüğünü kendiliğinden anlayacaksınız. Gezi planı safhasının en ciddi kısmı araştırma çünkü. Ama cidden yoğun bir araştırma.

Yurt dışına çıkmadan önce nereye veya nerelere gitmek istediğimi düşünürüm. Kafamda az veya çok bir yer olur mutlaka.

Mesela Portekiz uzun süredir var, ama henüz gidemediğim yerlerden biri. Yakında gitmem pek mümkün görünmese de, hep aklımın bir köşesinde öylece durur.

Sonradan eklenen veya çıkan ekstra sürprizler olmakla birlikte, baştan iyi kötü belirlediğim yerler mutlaka vardır. Elbette öncelikle olarak daha önce hiç gidip görmediğim yerleri düşünüyorum. Tıpkı Portekiz örneğinde olduğu gibi. Ancak birden fazla gittiğim yerler de oldu. Bratislava, Viyana ve Prag bunlardan üçü örneğin…

Gidilecek yerleri belirledikten sonra, esas araştırma ve bilgi toplama aşamasına geçiyorum. Peki neyi araştırıyorum?

Her gün düzenli bir şekilde oturup saatlerce olmasa bile, belli aralıklarla gitmeyi düşündüğüm yerlerle ilgili yazıları, blogları, kitapları okuyorum. Dergileri karıştırıyorum.

Hepsini hızlıca elden geçiriyorum. Aslında elime ne geçerse incelemeye çalışıyorum bu süreçte diyebilirim. Tesadüfen bulduğum bir broşür, metroda gördüğüm bir reklam, eski bir gazete yazısı, aklınıza gelen her şey…

Bazen eski ansiklopedilere bile baktığım oluyor. Aşırı zengin olmasa da şu an için kendime yeten bir kütüphanem var. Bunun yetmediği yerlerde de elbette elimin altındaki internetten yararlanıyorum.

Evdeki kitaplığım. Instagram: @Gezivita

Ekşi Sözlük mesela, özellikle son yıllarda girilen içeriklerin içinde kayda değer bir yorum/yazı bulabilmek artık çok zor olsa da, hala benim için öncelikle göz atılması gereken yerlerin başında geliyor. Önce buradaki eski tarihli yazıları okuyorum.

Sonra en son girilmiş güncel içeriklere hızlıca bir göz atıyorum. Bu güncel içerikler çok önemli. (Ekşi Sözlük ve benim sözlükteki yazarlık serüvenimle ilgili yazım burada: Ekşi Sözlük)

Bu okuma ve araştırma kısmı, doğruyu söylemek gerekirse bende ilk başlarda yoktu. Yani ilk yaptığım seyahatlerimde böyle bir şey yapmıyordum.

Az sonra bahsedeceğim mesela, Polonya’ya gitmiştim ama pek de öyle nereyi nasıl gezeceğimi hiç araştırmadan, bomboş… Hani elini kolunu sallaya sallaya derler ya, öylesi.

Elbette bunda biraz Polonya’da yaşayan arkadaşlarımın da etkisi oldu. Ancak yine de hiç hazırlık yapmadan gittiğimi itiraf edeyim. Çünkü o zamanlar ne Gezivita seyahat blogu vardı, ne de aklımda seyahat blogu açmak fikri…

Peki bu fikir nereden ve nasıl doğdu? Bu gezi blogu nasıl kuruldu? Bunların cevabını da aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz.

Ben kaldığım yerden devam edeyim. Blogu açtıktan sonra bir arkadaşımla ayak üstü sohbet ederken bana söylediği bir şeyi hiç unutmuyorum: “Kaan, bir yeri bilerek gezmek çok farklı bir duygu. Gideceğimiz yerler hakkında araştırma yapıp bilgi edinerek gezdiğimizde çok daha farklı bir tat alıyoruz oradan.”

Arkadaşım böyle demişti ve gerçekten çok haklıydı! Bunu, bu şekilde gezmeye başladıktan sonra çok daha iyi anladım. Siz de böyle yapın, inanın farkı kendiniz de hissedeceksiniz.

Fakat bu bilgi edinme sürecini siz idare etmeli, araştırmayı kendiniz yapmalısınız. Bir yere gittiğinizde örneğin tur ile gitseniz bile, her şeyi tur rehberi size anlatmamalı. Daha doğrusu siz ona bağlı kalmamalısınız.

Veya gittiğiniz bir yerde (Örneğin bir müze, ören yeri vs.) sadece orasıyla ilgili bilgi tabelasından okumakla yetinmemelisiniz. Gitmeden siz kendiniz bilgi edinmiş olmalısınız. Gittiğiniz zaman bir şekilde ekstra öğrenecekleriniz de olursa ne ala! Ona hiçbir itirazım yok.

Aksi halde gördüğünüz veya göreceğiniz her kilise basit birer taş yığını, gireceğiniz bir müze dört duvarla çevrili, duvarlarında birbirinin aynı gibi görünen tabloların sıra sıra dizilmiş olduğu sıradan bir kapalı alan, ziyaret edeceğiniz bir kale, surlar ve burçlardan oluşan, üstü açık klasik bir yapı olarak gelecektir gözünüze…

Hatta şunu da yapın, gittiğiniz yörenin insanlarıyla da konuşun, onlara gezdiğiniz, gördüğünüz yapılar hakkında sorular sorun, öğrenin. İletişime geçmekten korkmayın! Bir merhaba ile başlıyor her şey… Üstelik o yörenin insanı size hiç kimsenin bilmediği nadir bilgiler de sunabilir. Bunu unutmayın.

Gezdiğiniz bir yerin tarihini bilmek her şeyi baştan aşağı değiştirecek. Bir yeri hikayesiyle, önemli detaylarıyla, tarihsel geçmişiyle bilmek önünüzde yepyeni ufuklar açacak. John Berger, bunu Portreler isimli kitabının ön sözünde şöyle ifade eder:

Bir müzede ya da galeride sergilenen sanat eserini seyrettikten sonra, yaratıldığı atölyeye girmeye çalışırım. Ve orada oluşum sürecinin hikayesine ilişkin bir şeyler öğrenme umuduyla beklerim. Hikayeye içkin umutlara, seçimlere, hatalara, keşiflere dair bir beklenti.

Kendi kendime konuşur, atölyenin dışındaki dünyayı gözümde canlandırır, belki tanıdığım ya da asırlar önce ölmüş olan sanatçıya seslenirim. Kimi zaman yaptığım bir şeyden yanıt gelir. Hiçbir zaman bir neticeye varılmaz.

Bazen her ikimizi de şaşırtan yeni bir alan açılır. Bazen de soluğumuzu kesen -bir gizin açığa çıkması gibi soluk kesici- bir hayal dünyası belirir. (John Berger, Portreler, Çev. Beril Eyüboğlu, Metis Yayınları, İstanbul, 2018)

Berger’in bu sözleri, bana ister istemez Amsterdam gezi günlerimi ve Rembrandt Evini ve atölyesini (Rembrandthuis olarak geçer burası) hatırlattı.

Amsterdam’a gidenlerin mutlaka uğraması gereken bu ev, 16. yüzyılda yaşamış ünlü Flaman ressam Rembrandt Van Rijn’in uzunca bir süre konakladığı ve en önemli eserlerini yarattığı evin ta kendisi.

Hatta ressam yine bu evde öğrencilerine dersler de vermiş. Ders verdiği stüdyo odacıklarını da gezebiliyorsunuz. Ölümüne yakın iflasın eşiğine gelen bu ressamın Gece Devriyesi isimli tablosu, bugün dünyaca ünlü ve Amsterdam Rijksmuseum’da sergileniyor. (Onunla ilgili yazım burada => Rijksmuseum Amsterdam)

Rembrandt Heykeli

Ressamın ders verdiği yer.

Çalışma odası.

Evin içinde yer alan bir tablo.

Ressamın yapıtları, 1600’lü yılların Felemenk dünyasına ışık tutmaktadır.

Rembrandt Evinde olmak, onun içinde dolaştığı odalarda gezmek, ders verdiği alanı görmek, o havayı teneffüs etmek, bir an için gözlerimi kapayıp, evin içindeki duvarlarda yer alan kendi tablolarını bizzat görmenin yanı sıra, bu tabloyu da gözümde canlandırmama neden oldu. Aynı John Berger’in yaptığı gibi…

Rembrandt bu evde karısı Saskia ve oğlu Titus ile birinci katta yaşamıştır. İkinci kat ise ders verdiği kısımdır. Ressamın sürekli eve girip çıkmak için kullandığı kapı burada, işte gözümün önündeydi.

Rembrandt, yine John Berger’in ifadesiyle, bireyin trajik tecridini tema olarak kullanan ilk sanatçıydı. Evin içinde, hayatının sonuna doğru yaklaşan, meteliğe kurşun atan, iflasa doğru sürüklenen ve sonunda da iflas ederek bu evi satmak zorunda kalan büyük yetenek Rembrandtı düşündüm ben de bir an için.

Şimdi buradan çıkıp Rijskmuseum’un hemen yanında yer alan Van Gogh Müzesine doğru yürüyelim isterseniz. Burası da dünyaca ünlü bir diğer ressam olan Van Gogh’un yapıtlarıyla dolu. Onun hayatı da aynı Rembrandt gibi gerçek bir trajedi örneğidir yakından baktığımız zaman.

Van Gogh Müzesi

Müzenin önünde Hollandalı çocuklar.

Yapı Kredi Yayınları, Theo’ya Mektuplar isimli kitapta, ressamın kardeşiyle olan mektuplarını yayınlamıştı bir süre önce.

Eğer bu kitabı okumuşsanız, sanatçının eserlerini yaparken hissettiği ruh halinden tutun da, kullandığı renge varana kadar bir sürü farklı konulardaki düşüncelerini rahatça seçebiliyorsunuz.

İşte o mektuplardan birinde şöyle diyor Vincent Van Gogh:

Sevgili Theo,

Geleceğin günü hevesle beklerken sana erkenden hoş geldin demek için birkaç satır yazıyorum. Bu arada mektubunu ve içindekini aldığımı ve sana yürekten teşekkür ettiğimi de bildirmek istedim. Gerçekten çok makbule geçti çünkü şu sıra çok çalışıyorum ve karşılanması gereken bir sürü gereksinmem var.

Anladığım kadarıyla, doğadaki kara renk konusunda elbette aynı görüşteyiz. Aslında kesin, mutlak siyah yok. Ama beyaz gibi siyah da hemen her rengin içinde var ve sonsuz gri çeşitleri oluşturuyor.

Hepsi de ton ve güç bakımından birbirinden değişik. Öyle ki, doğada bu ton ve koyultulardan başka bir şey görmüyor insan gerçekte. (Vincent Van Gogh, Theo’ya Mektuplar, Çev. Pınar Kür, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018, s. 77)

Hemen bir başka örnek verelim. Paris mesela, gezginler ve turistler tarafından her zaman tercih edilen dünyaca ünlü bir şehir. Paris’in kaldırım kafeleri, pastahaneleri, kahveleri çok meşhurdur.

Zamanın ünlü Türk sanatçıları da buralara sık sık uğramıştır. Ressam İbrahim Çallı, yazar Yahya Kemal bunlardan yalnızca birkaçıdır. Çallı örneğin, yaklaşık 5-6 yıl burada yaşar. Her ikisinin de sürekli gittiği bir kafe vardır hatta: Vachette.

Paris’in en meşhur semtlerinden biri olan Quartier Latin’de az zaman geçirmemiştir bu ikili. Siz de Parise gittiğiniz zaman buralarda dolaşırken, bir zamanlar bu yolları eskiten ünlü birkaç Türk sanatçıyı gözünüzün önüne getirmeye çalışabilirsiniz.

Montmarte bölgesine giderseniz -Montmarte üstteki videoyu çektiğim bölge, kesinlikle burayı görmeden Paris’ten ayrılmayın- Charles Baudelaire aklınıza gelsin hemen, ve onun en ünlü yapıtı Kötülük Çiçekleri.

Çünkü Salah Birsel’in ifadesiyle Baudelaire de diğer iki Türk sanatçı gibi iflah olmaz bir kahve kuşudur ve sürekli takıldığı Divan Lepelletier isimli kahve buradadır.

Fransa’dan Belçika’ya doğru yol alalım. Belçika’nın Brugge kasabası, tren istasyonunda inip, eski şehre doğru daha ilk adımlarınızı attığınız anda sizi kendine hayran bırakan bir yer.

Flandre’nin merkezi olan bu şehir, insana kendini Orta çağda hissettiren mimarisi, yan yana sıralanmış taş evleri, ortasından geçen nehri, hala kullanılan faytonları ve dantel dükkanlarıyla gerçekten çok güzel, çok özel.

Brugge danteli ile meşhur bir kent.

Brugge sokakları

Brugge meydanı.

Brugge evleri.

Bendeniz.

Brugge.

Brugge gezilecek yerler

Burada yer alan bir kilisenin ise çok önemli bir özelliği var. Kilisenin ismi Onze – Lieve – Vrouwekerk. Türkçesi Bakire Meryem Kilisesi. Bu kilise kuzey Avrupa’nın en önemli sanat eserlerinden birine ev sahipliği yapmaktadır. Michelangelo’nun Çocuk İsa ve Bakire Meryem isimli heykeline.

Bu heykel her ne hikmetse herkesin gözünden kaçar. Kaçar çünkü gelmeden bu bilgiyi edinmediyseniz, hiç fark etmeden kiliseden bu yapıyı dikkatle incelemeden çıkıp gitme ihtimaliniz çok yüksektir. Oysa bu heykel sanatçı henüz yaşarken yurt dışına çıkarılan ilk eseridir.

Ve bu heykelin burada yer alması, aslında Rönesans dönemi İtalya’sının Brugge ile kurduğu yakın ilişkinin bir göstergesidir. Stefan Zweig’ın Yolculuklar Üzerine isimli seyahat kitabını okumamış olsaydım, büyük ihtimalle benim de bundan hiç haberim olmayacaktı. İyi ki okumuşum. İyi ki kitaplar var!

Brugge’de önemli başka bir hazine daha vardır. Bu da, Notre Dame Kilisesindeki Kral Yiğit Karl ile kızı Burgonyalı Maria’nın mozolesidir. Mermerden lahitlerin üzerinde duran insan büyüklüğündeki altın kaplı bronzdan heykeller de oldukça dikkat çekicidir.

Notre Dame, Michelangelo’nun Meryem Ve Çocuğu adlı mermer heykelini de muhafaza eder. (Stefan Zweig, Yolculuklar Üzerine, Çev. Ahmet Arpad, Everest Yayınları, İstanbul, 2011)

Onze- Lieve-Vrouwekerk’de yer alan meşhur heykel.

Michelangelo’nun ünlü heykeli.

Zweig’ın bahsettiği lahitler.

Dikkatlice baktığımızda, Türkiye için de benzer şeyler geçerli aslında. Bu saydıklarımıza benzer bir sürü örneği kendi ülkemiz için de vermek mümkün.

Mümkün zira ülkemiz tarih, sanat, arkeoloji, üzerinde yaşamış uygarlıklar anlamında gerçek bir açık hava müzesi. Üstünde yaşadığımız topraklara hiç böyle bakmıyoruz halbuki.

Dikkat edin, Türkiye’de neredeyse her bir şehirde antik bir uygarlığın izleri, antik kent, tarihi kalıntı var. Nereye giderseniz gidin, karşınıza mutlaka bir tarihi eser çıkıyor.

Şimdi üstte bahsettiğim şehir seçimine dönelim isterseniz. Kafamda hep bir yerlerin olduğundan ve öncelikli olarak bunları seyahat planı içine yerleştirdiğimden bahsetmiştim. Şimdi gitmeden önce yaptığım seyahat hazırlıkları içinde, bu konuyu da daha da somutlaştırarak açayım.

Girona, İspanya

Öncelikle şunu söyleyeyim, Momondo ve Skyscanner gibi sitelerin yanı sıra, en ucuz uçak firmaları isimli yazımda belirttiğim hava yollarının web sayfalarını sürekli olarak kontrol ediyorum. Burada Avrupa içinde çok ucuza uçak bileti bulmak mümkün. Özellikle de Ryan Air, Wizz Air gibi low cost havayollarında…

Nitekim, az sonra göreceksiniz, gitmeyi planladığım iki şehir için bu şirketlerden ucuz bilet satın aldım. Öyleyse şimdi belli bir gezi rotası üzerindeki çalışmalarımı tüm ayrıntılarıyla yazayım.

Nyhavn, Kopenhag.

2018 yılı yaz tatili için, daha önce hiç gitmediğim Almanya vardı kafamda. Berlin uçak bileti fiyatlarını inceledim. Pegasus’tan her zamanki gibi ucuz uçak bileti bulunca yapacağım seyahatin başlangıç noktasını belirlemiş oldum. Almanya, Avrupa’nın büyük bir kısmını gezmiş olmama karşın, bugüne kadar hiç gitmediğim bir ülkeydi.

Başkent Berlin bu anlamda başlangıç için iyi bir seçenek olarak göründü gözüme. Üstelik siyasi tarihi çok seven ve İkinci Dünya Savaşı tarihi konusuna ilgili biri olarak, Berlin tarihsel açıdan da önemli bir şehirdi benim için. Der Untergang (Çöküş) filmini kaç kez seyrettiğimi hatırlamıyorum bile… (Bu filmi mutlaka seyredin.)

Ardından daha önce bir kez gitmiş olmama karşın, Polonya gözüme çarptı. Örneğin Wroclaw’da hiç bulunmamıştım. Berlin Wroclaw arası çok uzak bir mesafe değil. Burayı hemen listeme yazdım.

Polonya sınırları içine girmişken, başkent Varşova’ya neden bir kez daha uğramayayım diye düşündüm ve burayı da Wroclaw’dan sonra gideceğim şehir olarak işaretledim.

Varşova, Polonya, 2012

Auschwitz Toplama Kampı, Krakow, Polonya

Üstte anlattığım gibi, Polonya ilk kez yurt dışına çıktığım ülkeydi ve Krakow ile Varşova’yı daha önce görmüştüm. Ancak o zamanlar hazırlıklı ve planlı seyahat etmiyordum ve Varşovada iken gidemediğim bazı yerleri de bu kez görürüm düşüncesiyle burayı da gideceğim şehirler arasına ekledim.

Gezi için oluşturduğum rotada yer alan şehirler sırasıyla şöyle: Berlin, Wroclaw (Ok işareti olan yer), Varşova, Vilnius, Minsk ve Atina.

Polonya’nın yanında yöresinde nereler var acaba diye haritaya bakınırken, Litvanya gözüme çarptı. Vilnius da aynı Wroclaw gibi bir süredir gitmeyi, görmeyi arzuladığım yerlerin başında geliyordu. Onu da bir kenara not aldım.

Litvanyanın hemen yanında ise komşusu Belarus var. Başkent Minsk, İstanbul’dan direk uçuş arattığınızda inanılmaz pahalıya geliyor. Yani İstanbul Minsk uçak bileti çok pahalı. Hazır buralara kadar gelmişken Minsk’i de bir kenara yazdım.

Burada doğabilecek mevcut tek sorun, Belarus Avrupa Birliği ülkeleri arasında yer almadığı için sınır geçişi olabilirdi. Belarus Türkiye’den vize istemeyen ülkeler arasında. Yani Schengen vizenizin olup olmaması bu ülke için zaten bir şey ifade etmiyor. Peki o zaman nasıl bir sorun yaşanabilir?

Sveti Stafan Adası, Budva, Karadağ

Cesky Krumlov, Çekya

Aslında sorun yaşanacak bir durum da yok. Sadece normalde AB ülkeleri arasında kara sınırlarında kontrol diye bir şey olmadığı için rahatsınız. Hiç beklemeden geçiyorsunuz.

Burada ise Litvanya’dan Belarusa geçerken (veya tam tersi, Belarus’tan Litvanya’ya giderken) mecburen sınır polisinde pasaport kontrolüne gireceksiniz demektir. Bu da yoğunluğa göre gereksiz bir bekleme süresini beraberinde getiriyor.

Üstelik öğrendiğim kadarıyla Belarus sınır polisi, ülkeye girişlerde elinizde mevcut olan yurt dışı seyahat sağlık sigortası için bazı pürüzler çıkarıyormuş ve bir form doldurtarak sınırda kendi sağlık sigortalarını  yaptırıyorlarmış. Bu da yok yere işin uzaması, gereksiz zaman kaybı demek. Neyse, lafı daha fazla uzatmayayım.

Aşağı yukarı rotam belli oldu böylece: Berlinden başlayacak gezim, sırasıyla Wroclaw, Varşova, Vilnius ve hatta Minsk diye devam edecekti. (Bu rotayı gözünde tam kestiremeyenler aşağıdaki haritadan daha detaylı inceleyip şehirlerin tam yerini görebilir.)

Ancak yolculuğun sonu ile ilgili, ekonomik açıdan aşılması gereken büyük bir problem vardı… Zira Vilnius veya Minsk’ten İstanbula direk ulaşım oldukça pahalıya geliyordu.

Buna bir çözüm ararken elbette imdadıma en ucuz uçak firmaları isimli yazımda tanıttığım ve az önce bahsettiğim iki firma yetişti: Wizz Air ve Ryan Air.

Park Güell, Barcelona

Ancak burada da şöyle bir sorun ortaya çıktı. Bunlardan hiçbiri Türkiye’ye uçmuyor. O an kendi kendime şöyle düşündüm: Önce bunların Avrupa içinde uçtuğu bir başka şehre gideyim, oradan uygun fiyatlı bir uçakla İstanbul’a döneyim.

Hatta bu, daha önceden görmediğim, bilmediğim bir şehir olsun. Şartlar uygun olursa, tarihi de iyi ayarlayabilirsem orayı da böylece birkaç gün gezip görmüş olurum böylece.

Ve bingo! Yunanistan’ın başkenti Atina, Pegasus Airlines ile sürekli İstanbul uçuşları olan bir şehir. Son yaz tatili için Yunanistan‘a gitmiş ancak sadece kuzey hattında yer alan şehirleri (Selanik, Kavala, Thassos Adası vs.) gezebilmiştim.

Böylece Vilnius’tan Atina’ya uçmaya, birkaç günümü de orada geçirip, son olarak oradan İstanbul’a gelmeye karar verdim.

Şimdi sırada, ucuz seyahat adına yapılması gereken incelikli bir işlem daha vardı: Tüm bu şehirler arası için ulaşım masraflarını tek tek hesaplamak ve biletleri satın almak.

Önce Pegasus ile İstanbul Berlin uçak bileti satın aldım. Yalnızca el bagajım olduğu için 282 Türk Lirası tuttu. Unutmayın, el bagajını kabine alabiliyorsunuz ve maksimum 8 kg olması gerekiyor. Hava alanına gidince de önceden check-in işlemi yaptıysanız direk kapıya geçiyorsunuz.

İstanbul Berlin ucuz uçak bileti

Berlin’de -az olmasına rağmen- bu seferlik 2 tam gün kalmaya karar verdim ve daha sonra gideceğim Wroclaw için Berlin Wroclaw arası bilet satın almak için DB yani Deutsch Bahn sitesine girdim.

Seyahatlerimde otobüs, tren, uçak gibi farklı ulaşım alternatiflerini kullanıyorum. Hangisi daha çok hoşuna gidiyor diye sorarsanız, hepsinin kendine has güzelliği ve cazip yanları var diyebilirim. Şu ana dek hiç yapamadığım seyahat gemi seyahati oldu mesela. O da artık bir dahaki sefere, kısmet diyelim…

Ukrayna tren yolculuğu. Lviv-Kiev treni

Berlin Wroclaw arası Deutsch Bahn otobüs biletimin ücreti 19 Euro tuttu. Bileti buraya tıklayarak aldım. Bu biraz tuzlu oldu. Bundan sonra yapılması gereken şey, aynı ülke yani Polonya içinde başkent Varşova Wroclaw arası ulaşım için en ucuz seçeneği bulmaya geldi.

Ucuz seyahat etmenin püf noktaları yazımda açıklamış olduğum Flixbus karşıma çıktı burada da.

Berlin Wroclaw arası otobüs saatleri

Özellikle de o yazımı okumayanlara çok komik gelecek ve belki de inanmayacaklar ancak Wroclaw Varşova arası otobüs biletini 3 Euroya aldım. Söylemiştim, ucuz seyahat mümkün. Yeter ki aramaya inanın!

Wroclaw-Varşova arası 3 Euro!

Başkent Varşova’da konakladıktan sonra rotam bu kez uzun süredir görmeyi çok arzu ettiğim, basketbolda bir ekol olan Litvanya’nın başkenti Vilnius. Ancak alttaki haritadan da görüldüğü gibi, Varşova Vilnius arası mesafe bir hayli fazla. Otobüs yolculuğu yaklaşık 8-9 saat sürüyor.

Bu nedenle uzun bir otobüs yolculuğu yapmaktansa ucuz uçak bileti satın alarak hava yolunu kullanmayı tercih ettim. Üstelik bu şekilde varış günüm de bana kalacaktı.

Böylece uzun bir otobüs yolculuğu sonrası bir de otobüs terminalinden hostele ulaşırken ekstra vakit kaybetmemiş olacaktım. Yani bu her anlamda karlı çıktığım bir seçenekti benim için.

Bled Gölü, Slovenya

Wizz Air ile Varşova Vilnius arası uçak biletine 150 Zloty ödedim. (Polonya para birimi Zloty. Ülke AB üyesi olmasına rağmen yerel para birimini kullanıyor. Halk Euro’yu istemiyor ve son derece haklı sebepleri var.)

150 Zloty, 2018 yılı temmuz ayı kuruna göre yaklaşık 185 Türk Lirası yapıyor. Aslında bu ücret Wizz Air için pahalı bile sayılabilir. 1 Euro’ya uçak bileti yazılarını eminim siz de duymuşsunuzdur. Kadıköy Bostancı minibüs hattı bile daha pahalı olabilir. Evet, ücretleri elden ele uzatalım!

Ve sıra geldi Vilnius’tan Atina’ya ulaşıma. Ancak bir saniye! Buna geçmeden önce, Vilnius-Minsk arası için aldığım otobüs biletinden de bahsedeyim. Vilnius Minsk arası otobüs ücreti gidiş geliş 25 Euro tuttu. Tek yön ücreti 12 Euro.

Bunu da buraya tıklayarak Ecolines otobüs firmasından aldım. Ecolines da aynı Flixbus gibi, ucuz otobüs şirketi.

Budapeşte, Macaristan

Artık yolculuğumuzun sonuna doğru yaklaşıyoruz. Vilnius Atina arası uçak bileti için Ryan Air firmasını kullandım. Bilet fiyatı: 38 Euro. Bu da yaklaşık 200 Türk Lirası yapıyor. (2018 yılı Temmuz ayı başındaki kura göre öyle yapıyor-du.)

Atina’da geçireceğim üç günden sonra İstanbul’a yine yolculuğa başladığım Pegasus Hava yolları ile dönüyorum. Buna ödediğim ücret ise 364 Türk Lirası.

Bu, görmüş olduğunuz üzere şu ana dek ödediğim en yüksek tutar. Eğer tarihlerde biraz daha oynama yapabilseydim bunu da biraz daha aşağıya çekmek olasıydı.

Atina İstanbul uçak bileti

Ancak unutmayın, tarihlerde yapılacak en ufak bir oynama bile, üstte saydığım bütün şehirleri ve geziyi direk etkileyecek. Örneğin 1 gün bile oynasanız etkilenmemesi mümkün değil. Üstelik tüm bu şehirleri gezmek için yaptığım gezi planı, süre olarak iki haftayı aşıyor.

Nihayet, Almanya’dan Berlin, Polonya’dan Wroclaw ve Varşova, Litvanya’dan Vilnius, Belarus’tan Minsk ve Yunanistan’dan Atinayı içine alan, toplamda 6 farklı şehir ve 5 ülkeyi kapsayan bu gezi için toplam ulaşım maliyetini söylüyorum şimdi: 1280 TL. Gördüğünüz gibi, 1300 Liranın da altında…

Vilnius, Litvanya

Bunun içinde az önce okuduğunuz gibi, otobüs, uçak gibi farklı ulaşım araçları var. İsterseniz hatırlamak adına tek tek alt alta hepsini yazıp birlikte hesaplayalım:

  • İstanbul Berlin uçak bileti: 282 TL
  • Berlin Wroclaw otobüs bileti: 101 TL
  • Wroclaw Varşova otobüs bileti: 16 TL
  • Varşova Vilnius uçak bileti: 185 TL
  • Vilnius Minsk otobüs bileti (Gidiş Dönüş): 133 TL
  • Vilnius Atina uçak bileti: 200 TL
  • Atina İstanbul uçak bileti: 364 TL
  • Toplam ulaşım maliyeti: 1.281 TL

Gördüğünüz gibi tam dört kez uçak kullanıyorum bu yolculukta. Şimdi sıkı durun. Yalnızca Belarus veya Litvanya’ya gitmek isteseydim, örneğin THY ile ne kadara gidip gelecektim? Birkaç farklı tarih örneğiyle buyurunuz:

İstanbul Minsk gidiş

Minsk İstanbul dönüş

Vilnius İstanbul

İstanbul Vilnius

Elbette bu tarihlerde oynama yaparak daha farklı fiyatlara denk gelmek mümkün. Ama çok ciddi farklar olmayacağı malum. Örneğin sadece Minsk’e tek yön gidiş ücreti bile benim yukarıda hesapladığım toplam ücretin neredeyse aynısı. Pegasus zaten buralara uçmuyor. Böylece ulaşım bahsini burada kapıyorum.

Peki hepsi bu kadar mı? Hazırlık ve planlama aşaması bitti mi yani? Ne yazık ki hayır. Hatta yeni başlıyoruz diyebilirim! Zira sırada, gittiğim şehirlerde gezilip görülecek yerler listesi hazırlama işi var. Bunun için yaptığım şey ise gayet basit.

Bir bilimsel araştırma yapar veya tez yazar gibi, gideceğim şehirlerle ilgili bilgileri teker teker ufak notlar halinde bir yere yazıyorum. Notlar alıyorum.

Benim bunun için kullandığım yöntem microsoft word. Boş bir word dosyası açarak tek tek bilgileri buraya yazmaya koyuluyorum. Kimi arkadaşlarım excel listesi de yapıyor. O da olabilir. Burada seçim sizin.

Skansen Açık Hava Müzesi, İsveç

Skansen Açık Hava Müzesi, Stockholm

Örneğin Berlin seyahati ile bu örneği biraz açalım. Benim için en önemli şey şu: Bir defa hangi tarihlerde gidiyorum? Ve resmi tatile denk gelen bir gün var mı?  Orada kaç gün kalmayı planlıyorum? Ve buna göre gittiğim tarih aralığında Berlin gezilecek yerler hangileri?

Bunlar bir semt pazarı, yerel pazar veya antika pazarı olabileceği gibi, dünyaca ünlü bir müze, pek turistik olmayan bir sanat galerisi, ya da değişik konseptli bir kafe de olabilir. Bu tamamen sizin zevkinize kalmış bir şey. Mesela üstte bahsettiğim Brugge’e günübirlik gidip bir yere uğramadan sadece o şirin sokakları bile turlayabilirsiniz. O da pekala mümkün.

Kısaca, önce nereyi görmek istediğime (ve elbette nereyi görmek istemediğime) karar veriyorum ve buranın hangi günlerde ve saat kaç aralığında açık olduğuna bakıyorum. Ve evet, bunları tek tek kendi web sitelerinden inceliyorum.

Burada size çok önemli bir hatırlatma yapmak istiyorum! Bu bilgiler genelde gezi blogları içinde de yer alıyor. Bu tür bir araştırma yapanlar genelde o yazıları bulduğu zaman aynen kopyala yapıştır yapıp direk alıyorlar. Ancak blogtaki yazının yazım tarihi çok önemli!

İnsanlar genelde buna pek dikkat etmeksizin, google’da arama yaptıktan sonra önüne çıkan ilk (veya birkaç) sitedeki yazılara güvenip bunları aynen alıyorlar ve kimi zaman gittiklerinde, daha önce okuduklarından çok farklı bir manzara ile karşı karşıya kalıyorlar. Örneğin gittikleri yerler kapalı olabiliyor. Veya mevsime göre açılış kapanış saatleri değişmiş olabiliyor.

Aşiyan, İstanbul

Selanik Atatürk Evi

Yıldız Şale Köşkü, İstanbul

Dolac Pazarı, Zagreb, Hırvatistan

Rehber kitaplarda bile yazılanlara pek güvenmemek gerekiyor. Hele eski basım tarihli bir kitapsa. Dost Kitabevinin gezi rehberleri var. Bunlar gerçekten şahane mesela. Kişisel tavsiyemdir. Ancak satın almadan önce mutlaka tarihine bakın!

Ben şahsen 2015 ve hatta 2016 öncesi tarihli bir gezi rehberi kitabına şüpheyle yaklaşıyorum artık. Zaman çok hızlı geçiyor. Her şey çabucak değişebiliyor.

Benim bu konuda en garanti yöntemim ise, gideceğim/gitmeyi düşündüğüm yerin web sayfasından bu bilgileri direk kontrol etmek. Hiç üşenmeden hem de… “Bu kadar işle kim uğraşacak yahu!” dediğinizi duyar gibiyim. Hele üstte benim yaptığım gibi aynı seyahatte birkaç farklı şehir ve ülke gezeceğinizi düşünürsek…

Sanırım, yazının başında hazırlık süreci 3-4 hafta sürüyor derken, ne demek istediğimi şimdi biraz daha iyi anladınız. İşte bu yüzden her şey öyle göründüğü kadar basit ve kolay değil dedim zaten.

Hele benim gibi sırt çantalı gezgin insanlar için inanın hiç kolay değil. Armut piş ağzıma düş gezmiyoruz ve turla gitmediğimiz için bize bir şeyler anlatan bir tur rehberimiz de yok. İş tamamen başa düşüyor. Eee ne demişler, at binenin, kılıç kuşananın!

Rynok Meydanı, Lviv, Ukrayna

Barselona, İspanya

Kopenhag, Danimarka

Yani Gezivita Instagram sayfasında gördüğünüz ve beğendiğiniz o fotoğraf ve videolar buz dağının görünün yüzü sadece. Bu arada yanlış anlaşılmasın, bu durumdan hiç şikayetçi falan değilim. Söyledim ya, seyahat böyle yapılınca anlam kazanıyor ve güzelleşiyor aslında. Yaşayıp bunu hissetmek gerekiyor.

Bunun dışında, gitmeyi düşündüğüm yerleri not aldıktan sonra, örneğin müzelerin ücretsiz gezilebildiği günler var mı diye mutlaka ama mutlaka kontrol ediyorum.

Biliyorsunuz, dünyanın neresine giderseniz gidin, birçok yerde bazı müzeler ücretsiz gün ve saatlerde ziyaret edilebiliyor. Aynı şekilde, şehirlerde ücretsiz etkinlikler de olabiliyor. Örneğin bir canlı müzik festivali.

Bu araştırmayı da gitmeden yapıyorum ama gidince de şansımı tekrar deniyorum açıkçası, son anda bir şeyler çıkabilir düşüncesiyle. Siz de gezileriniz sırasında gözünüzü dört açın.

Budva, Karadağ

Halkidiki, Yunanistan

Roma, İtalya

Zagreb, Hırvatistan

Tüm bu notları word dosyasında topladıktan sonra hepsinin çıktısını alarak yanıma alıyorum. Zaten yazı puntosunu küçültüp, gereksiz bilgileri de biraz eledikten sonra elinizde aşağı yukarı 4-5 sayfalık bilgiler kalıyor. Bunlar da sırt çantamda hiç yer kaplamıyor.

Bu kağıtlar gittiğim zaman gerçekten çok işime yarıyor. Birincisi, bilgileri buradan alıyorum ve belki de en önemlisi, gittiğim yerlerle ilgili izlenimleri ve edindiğim bilgileri bunların arkasına veya yazıların üstüne not alarak ilave ediyorum.

İşte bu blogtaki yazıların nasıl ortaya çıktığını da anlatmış oldum böylece. Kısacası benim basit ama oldukça işime yarayan bir gezi planı hazırlık sürecim bu şekilde işliyor. Nasıl, beğendiniz mi bari? 😉

Bundan sonra sırada seyahat sırasında yani gezerken yaptıklarım var. O da burada, işte yazının ikinci bölümü: 2. Bölüm

Burada da farklı yazılar var:

Keyifli seyahatler!

One Response

  1. Ömer 7 Aralık 2018

Leave a Reply

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.