Severek Dinlediğim Müzisyenler
Herkese merhaba.
2020 yılının mart ayının ortasında başlayan Covid 19 salgınının üzerinden koca bir yıl geçti. Ancak hastalık hayatlarımıza derinden nüfuz etmeye tüm hızıyla devam ediyor. Bu nedenle seyahatlerimiz de eskisine oranla bir hayli seyrekleşti.
Hal böyleyken, ben de biraz daha kültür-sanat içerikli yazılara ağırlık vereyim demiş ve “Corona Günlükleri” başlığıyla bir yazı dizisi hazırlamıştım hatırlarsanız. (Hatırlayamayanlar için serinin ilk yazısı burada: Corona Günlükleri 1. Bölüm)
Benim pandemi sürecinde yaptığım iki geziden biri ise, herkesin bir gün mutlaka gitmek istediği, rüya gibi güzel şehirlerimizden biri olan Mardin’eydi.
Aşağıda, Mardin’i biraz daha yakından tanıtmaya çalıştığım bir sunum, burada ise Mardin ile ilgili hazırladığım oldukça detaylı Mardin gezi notları var => Mardin Gezi Rehberi
İşte bu yazımda, seyahat ve gezi konularının dışında, daha genel bir içeriğe yer vermek istiyorum. Bu kez sizinle severek dinlediğim bazı müzisyenleri paylaşmak istiyorum.
Belki de böylece daha önceden hiç ismini duymadığınız, dinlemediğiniz, gerçekten güzel müzik yapan seçkin müzisyenlerle tanışmanıza vesile olmuş olurum. Ne dersiniz, hoş olmaz mı?
2015 yılında Facebook’ta yaptığım bir paylaşımda şöyle yazmıştım: “Bir liste hazırladım. Türkiye’nin ağdalı gündeminden kurtulmak, ruh sağlığına tekrar kavuşmak isteyenlere çok basit bir reçete sunuyorum. Doz aşımı kesinlikle sorun yaratmaz, bilakis faydalıdır.” Hazırladığım reçete şu şekildeydi:
2017 yılında ise, yine Facebookta yaptığım bir başka paylaşımda şöyle yazmıştım:
Bir düşünsenize; Carlos Gardel, Manu Chao, Frederic Chopin, Megadeth, Yann Tiersen, Pink Floyd, Bryan Adams, Coldplay, Charlie Parker, Antonio Vivaldi, Yanni, Josh Groban, Müzeyyen Senar, Kudsi Ergüner, Farid Farjad, Ludovico Einaudi, Goran Bregovic, Pink Martini ve hepsini buraya tek tek yazmamın mümkün olmadığı binlerce kişi var, ama sabah akşam hiç bıkmadan, usanmadan, her gün aynı kişiyi dinliyorsun. Hayır cidden merak ediyorum, yahu kendinize de mi hiç acımıyorsunuz?
Bu saydığım müzisyenlerden, uzunca bir süredir dinledikleriniz vardır zaten kesin. Mesela Evgeny Grinko… 2011 yılında, onun Ekşi Sözlükteki başlığını da ben açmış, hakkındaki ilk yazıyı ben yazmıştım.
Herhalde benim kadar seveni çok olacak ki, kendisi hakkında öyle çok fazla detaylı bilgi vermemiş olmama rağmen, bir sürü insan bu entry’mi favorilerine eklemiş.
Halbuki benim Ekşi Sözlükte daha çok sevdiğim, daha detaylı ve daha uzun yazılarım vardı. (Ekşi Sözlük ile ilgili yazdığım ve kendi yazarlık serüvenimi de anlattığım yazım burada: Ekşi Sözlük)
Sanırım onlar da buradakiler gibi pek okunmadı. Eh, ne diyelim: Sağlık olsun! (Bu blogtaki yazılarım hakkında da, “Neden uzun yazıyorum?” başlığı altında bunun sebeplerini tek tek açıklamıştım: Yazılarım Neden Çok Uzun?)
Evet Evgeny Grinko biraz daha bilindik, biraz daha popüler. Kimilerini ise (Özellikle de üstteki alt alta sıralı listede yer alanları kastediyorum) ilk kez duyuyor olabilirsiniz.
Ben, onlar hakkında bir şeyler söylemeden hemen önce, genel olarak ne tarz müziklerden hoşlandığımdan bahsedeyim biraz isterseniz.
Sevdiğim Müzisyenler
Aslında Türkçe poptan tangoya dek uzanan (Türkçe pop, tango, fado, flamenko, klasik müzik, caz, blues, rock, solo piyano, balkan, etnik müzik vs.) geniş bir çeşitlilikte müzik dinlemeyi seviyorum.
Ortaokul ve lise dönemlerimde (1996-2001) arkadaş çevresinin de etkisiyle daha çok metal müzik dinlerken, yaş ilerledikçe ayaklar yere biraz daha sağlam basmaya başladı ve su bir anlamda kendi yolunu buldu diyebilirim.
Ara ara hala açıp Iron Maiden’ın örneğin Fear Of The Dark albümünü severek dinlemekle beraber, ben metal müzikten keskin bir şekilde kopalı çok uzun zaman oldu. Ancak 1998 yılında çıkan Virtual Eleven albümünün kasetini almak için gittiğim Raksotek mağazasında, bana bu albümün posterini ücretsiz hediye eden kasiyeri hala dün gibi hatırlıyorum!
Aradan yıllar geçti, ben de yaş ilerledikçe daha minimalist, deyim yerindeyse böyle daha sakin müzikler dinlemeye başladım işte. Yani artık Blaze Bayley bile yaşlandı, o derece… (Bruce Dickinson ondan da yaşlı olduğu için bu örneği verdim.)
Türkiye gibi bir ülkede yaşıyorsanız, heyecan, ritm ve adrenalin için zaten böyle sert müzik dinlemeye pek de ihtiyacınız yok demektir. Belki de biraz da bu nedenle artık bu türden ağır/sert müzikler dinleyemiyorum pek. Erken yaşta dede moduna döndüm sanırım: “Kafam kaldırmıyor.”
Üstteki alt alta sıralı listedeki müzisyenlerin ortak özelliği, hemen hepsinin ana enstrüman olarak piyanoyu kullanması. Böyle sakin sakin, yavaş yavaş çalıyorlar. Piyano benim en çok sevdiğim enstrümanlardan biri. Uzunca bir süredir dinlediğim müziklerin kaynağında hep piyano var.
Bir zamanlar aktif olarak kullandığım, hala üyesi olduğum ancak sonradan giderek popülaritesini kaybedip, deyim yerindeyse piyasadan silinen Last.fm’de de çok güzel bir playlistim vardı mesela. Oradaki müzik arşivimi sizinle de paylaşmak istiyorum şimdi.
Buradaki liste benim en çok dinlediğim isimleri gösteriyor. Dikkat ederseniz, listedeki isimlerin çoğu piyanist.
Şimdilerde, bildiğiniz gibi Last.fm’den boşalan bu tahta gelip Spotify oturdu. (Spotify arama kutucuğuna Gezivita yazarak, sizin için hazırlamış olduğum podcastleri de benim kendi sesimden dinleyebilirsiniz!)
İlk sıradaki isimlerden, Türkiye’ye gelmiş olmasına karşın Evgeny Grinko’yu hiç canlı dinleme fırsatım olmadı şu ana dek. Benim için çok özel bir müzisyen olan Ludovico Einaudi hakkında ise, henüz 2008 yılında, yani bundan yıllar önce, Ekşi Sözlükte şöyle yazmıştım:
Bu yorumumdan yaklaşık beş yıl sonra, 23 Ekim 2013 tarihinde, Türkiye’de verdiği ilk konserde, Zorlu PSM’de elbette ben de yerimi almıştım. Bu tarihi ana tanıklık etmek ve onu ilk kez geldiği ülkemde, ilk konserinde canlı dinlemek gerçekten harikaydı!
Bu, hiç şüphesiz onu gerçekten çok beğenen ve uzunca bir süredir takip eden bir müziksever için kaçırılmaması gereken muhteşem bir deneyimdi.
Sevdiğim bir diğer caz piyanisti ve şarkıcısı olan Peter Cincotti’yi, İKSV İstanbul Caz Festivali kapsamında 2009 yılında İstinye Park’ta, Stefano Bollani’yi -bir diğer İtalyan caz müzisyeni Enrico Rava ile beraber- 2010 yılında Aya İrininde, Michael Nyman’ı 2011 yılında Cemal Reşit Rey Konser Salonunda, Dustin O’Halloran’ı ise 2015 yılının nisan ayında Salon İKSV’de dinlemiştim.
Tabii bunlar “piyano” etiketi altında birleştirebileceğim önemli müzisyenlerden sadece bazıları…
Brian Crain’in özellikle “Sienna” isimli albümünü çok severim. Yiruma hakkında daha önce şöyle bir yazı yayınlamıştım mesela: Masalsı Şehir Prag ve Yiruma
Jan A. P. Kaczmarek, Polonyalı çok başarılı bir besteci. Film müzikleri var. Hazır Polonya demişken, bu vesile ile Polonyalı trompet üstadı Thomasz Stanko’nun da ismini analım burada. Onu da çok severim.
Bunların yanı sıra severek dinlediğim ve konserlerine de gittiğim bir sürü isim var: Paco De Lucia, Vicente Amigo, Ana Vidovic, Viktoria Tolstoy, Lisa Ekdahl, Rebekka Bakken, Silje Nergaard, Eliane Elias, Ana Moura, Jane Monheit, Dee Dee Bridgewater, David Sanborn, Chick Corea, Brad Mehldau, Arve Henriksen, Sonny Rollins, Charles Lloyd, Michel Camilo, Jordi Savall, Şirin Pancaroğlu…
Ancak burada bahsettiklerimden başka, sürekli dinlemekten kendimi alamadığım, Ayhan Sicimoğlu’nun tabiriyle hastası olduğum bir kategori daha var: 90’lar Türkçe pop. Her gün bir doz almadan kendime gelemiyorum. Ve son olarak bir ismi daha söylemeden geçmek istemiyorum: Eva Cassidy. İnanılmaz bir ses…
Umarım bu yazı, hiç tanımadığınız kimi isimlerle tanışmanıza bir parça da olsa vesile olmuştur. Dinlerken kulağımı çınlatırsınız artık. Haydi durmayın öyleyse, açın bir tanesini hemen dinlemeye başlayın!
Beğendiğiniz yazılarımı sosyal medya hesaplarınızda arkadaşlarınızla paylaşmayı unutmayın, sevgiyle ve müzikle kalın!
Okumak isteyenler için birkaç farklı yazım daha burada:
Yazını baştan sona çok detaylı okudum diyemem, müzik önerilerine geri döneceğim mutlaka Kaan. Müzik hayatımın bir parçası, tüm gün açık nerdeyse bizim evde. Bazen radyo, bazen Spotify… (bazen plak, cd de olur, kasetlerim de çok sakladığım) Korona öncesine kadar nerdeyse her ay konsere giderdik. Korona döneminde de sektörel anlamda en çok üzüldüğüm müzik sektörü. Görmediğimiz, bilmediğimiz o kadar çalışan var ki sektörde…
Ahhh o hafif cızırtılı plaklar yok mu Semi! İstanbul’daki sahaf festivallerinde mutlaka bir sahafın önünde böyle plak çalar, gezerken onu dinlemek nefis bir histir. Bu sıraladığım önerilere mutlaka boş bir anında bak, mutlaka beğeneceksin. Maalesef müzik sektörü hakkında yazdıklarına katılıyorum, oradaki emekçiler çok büyük bir kayba uğradı. Umarım her şey yakında düzelir…