Üsküp Gezi Rehberi 2. Bölüm
Tekrar merhaba.
Makedonya’nın başkenti Üsküp’teyim. Şair Yahya Kemal Beyatlı’nın da doğum yeri aynı zamanda.
Üsküp’teki ikinci günüme, Mekicite Od Straza‘da kahvaltıyla başlıyorum. (Üsküp gezi yazımın ilk bölümü burada: Üsküp Gezisi 1. Bölüm)
Burası Fatih Sultan Mehmet Köprüsünün karşı yakasında, Rahibe Teresa Evinin hemen önünde.
Çeşidi bol, kaliteli ve ucuz bir mekan. Omletli kahvaltı menüm 160 dinar tutuyor. Menüde zeytin, domates, peynir de var.
Kahvaltının ardından, önce yol boyunca uzanan sıra sıra bal tezgahlarını inceliyorum. Sanırım bir bal festivaline denk geldim. Slovenya’nın başkenti Ljubljana’da, yerel pazarda, bal aromalı Brandy bulmuştum.
(Merak edenler için, burada, Slovenya’nın doğa harikası gölü Bled’i anlattığım yazım var => Bled Gezi Notları)
Burada elim boş kalıyor. Kısa bir turdan sonra Rahibe Teresa Evine giriyorum. 20. Yüzyılın en tanınmış kişiliklerinden olana Rahibe Teresa 1910 yılında Üsküp’te doğmuş.
Üsküp Gezi Rehberi
Eve giriş ücretsiz. Burası, ufak, iki kattan oluşan bir ev. İkinci katta dua edilen bir de şapel var. Etrafta Rahibe Teresa’nın kişisel eşyaları, aile bireylerinin resimleri, ünlülerle olan fotoğrafları var.
Papa, Yaser Arafat, Dalai Lama, Amerika’nın eski başkanlarından Ronald Reagan gözüme çarpanlardan yalnızca birkaçı…
Evden çıktıktan sonra, Mekicite Od Straza restaurantın hemen karşısındaki otobüs durağına geçiyorum. Buradan, 25 Numaralı otobüse binerek Vodno Dağının en tepesine, Milenyum Haçını görmeye gideceğim.
Durakta beklerken insanları ve etrafı gözlemliyorum. Uzun süreli bir bekleyişten sonra otobüs nihayet geliyor ve biniyorum.
Sanırım Makedonya’da otobüsler, asla tabelada yazan saatte gelmiyor. Bu arada unutmadan, biletinizi aracın içinde şoförden alabilirsiniz.
Üsküp Gezi Rehberi
Vızır vızır gelip geçen çift katlı kırmızı otobüsler, ilk anda bir Londra hissi yaratsa da, içine bindiğiniz an az gelişmişlik suratınıza çarpıyor.
Yırtık koltuk kılıfları, sıkış tıkış giden insanlar… 15-20 dakikalık bir yolculuktan sonra otobüsten iniyorum.
İndiğim yerde genişçe bir park var. Tepeye çıkmak için parkın içinden geçerek teleferiğe binmek gerekiyor. Teleferik ücreti gidiş-geliş 100 dinar. Ancak kışın çok erken saatte sonlanıyor. Tabeladan saatleri mutlaka kontrol edin.
Tepeye çıkarken nefis manzarayı fotoğraflıyorum. Ve 10 dakikalık bir yolculuktan sonra nihayet Milenyum Haçındayım.
Bu haç, Makedonya’daki 2000 yıllık Hristiyan geçmişini simgeliyor. Buraya yapılmasının nedeni, Üsküp’ün her tarafından görülebilmesiymiş.
Gerçekten de şehrin içinden çok net bir şekilde görülüyor. Haçın finansmanının bir bölümünü Rus hükümeti üstlenmiş.
Tadilat olduğu için etrafta molozlar, öbek öbek kum yığınları göze çarpıyor. Burada bir de büfe var ama içinde pek fazla çeşit bulunduğunu söylemek zor.
Dağın bir yanı Üsküp, diğer yanında da yine enfes bir manzara var. Yürüyüş, bisiklet veya piknik için uygun bir alan.
Nefis manzaraya karşı bir süre dinlendikten sonra tekrar şehir merkezine dönüyorum.
Üsküp Gezi Rehberi
Makedonya’ya gitmeden önce, her yerin heykel olduğunu okumuştum. Gerçekten de her yan heykel dolu. Kafanızı nereye çevirseniz, anlamını kestiremediğiniz farklı farklı heykeller görüyorsunuz. Bu, bir süre sonra insanın canını sıkıyor.
Heykeller o kadar çok fazla ve yerli yersiz yerleştirilmiş ki, bir süre sonra normal bir abidenin taşıdığı anlamdan, tarihsel geçmişten ve bütünlükten yoksun, sıradan bir taş yığınına dönüşüyor insanın gözünde.
Bakanda hayranlık uyandırmak şöyle bir yana dursun, bir süre sonra göze batıp sizi rahatsız etmeye dahi başlıyor.
Vardar Nehrinin kenarında bir banka oturuyorum. Karşımda alabildiğine büyük Arkeoloji Müzesi. Burası Fatih Sultan Mehmet Köprüsünün hemen yanı.
Kulağıma Vivaldi’nin dört mevsimi geliyor. Bu müzik yayını insanı rahatsız etmeyecek derecede ve oldukça hoş bir atmosfer yaratıyor diyebilirim. Fakat müziğin nereden geldiğini pek çıkaramadım doğrusu.
Müzenin hemen önünde, 2013 yılında yapılmış yeni köprünün üzerinde, Makedonya tarihinde iz bırakmış tarihsel kişiliklerin figürleri var. Zaten çevrede hala devam eden hummalı bir çalışma, imar faaliyeti görülüyor.
Ancak Üsküpteki çoğu heykelin ve yeni yapılan imitasyon takın üzeri boyalı.
Bu tak, Paristeki Zafer Takının görünüm olarak hemen hemen aynısı. Söylenene göre geçim sıkıntısı çeken halk, paraların bu şekilde harcanmasından rahatsız. Kesinlikle haksız değiller.
Üsküp Gezi Rehberi
Üsküp’te görülmesi gereken yerlerden biri de Üsküp Bitpazarı. Adı üstünde, içinde ne ararsanız var.
Tam bir keşmekeş hakim. Bizim Eminönü veya Tahtakale gibi. Bağıran satıcılar, koşuşturan insanlar… Ucuza bir sürü şey bulmak mümkün.
Ama her şey o kadar karışık, dükkanlar o kadar farklı ki, aynen Tayland’ın başkenti Bangkok‘taki “Chatuchak Pazarı” gibi bir ortam var burada. Aradığınızı bulabilmeniz için tezgahları, dükkanları didik didik etmeniz lazım. 🙂
(Tayland demişken, şu yazımı da buraya bırakıyorum => Tayland Genel Bilgiler-Tavsiyeler)
Derken akşam gelip çatıyor. Bu kez şehri tepeden görmek için yine girişi ücretsiz olan yerlerden bir diğerine, Üsküp Kalesine doğru yola koyuluyorum.
Aslına bakarsanız kalenin içinde görülmeye değer bir şey yok.
Çünkü videoda göreceğiniz gibi, aslında kalenin içinde hiçbir şey yok! Ama yine de eğer denk gelirseniz mesela gün batımını izlemek için tercih edilebilir.
Şehrin üç tarafı da görülüyor.
Üsküp Gezi Rehberi
Ben pek televizyon izlemediğim için, Elveda Rumeli’nin burada çekildiğini bilmiyordum. Ama gerçekten de kalenin önündeki eski çarşı, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, eski taş evler, tarihi camiler, hepsi geçmişten ayrı birer şarkı mırıldanıyor adeta…
Tam bu sırada, kaleden ayrıldıktan hemen sonra, hava henüz kararmışken bir evin önünde duruyorum.
Sokak lambasının cılız ışığı altında, sıvası dökülmüş duvarı, camların çoğu kırılmış pencereleri ve yıpranmış kapısıyla eski bir ev hüzünle bana doğru bakıyor. Belli ki uzun süredir içinde yaşayan yok. Kapının hemen üstünde 1909 yazıyor.
Bir an geçmişe dönüyorum. Bu ev yapıldığında, buranın hala Osmanlı Devletine ait olduğunu anımsamak, üzerimde tuhaf bir etki yaratıyor. Düşünün, henüz 1912’deki Balkan Savaşı patlak vermemiş, buralar hala Türk toprakları.
1699 Karlofça Anlaşmasından beri düzenli olarak geri çekilmek zorunda kalan Osmanlı Devleti, Balkan Savaşlarına kadar -yaklaşık 2 asır- buraları bir şekilde elinde tutmayı başarmış.
Alttaki fotoğrafı aldığım, Atlas Dergisinin 2005 yılı Aralık sayısında bu konuyla ilgili bir dosya var. Bulabilirseniz bu sayıyı okuyun.
Bosna-Hersekin Avusturya tarafından ilhakı 1908. Makedonya’nın kesin elden çıkış tarihi ise 1912. Kumanova Muharebesi sonrası. Çok değil, günümüzden sadece 100 yıl önce.
100 yıl kabaca iki kuşak demek. Kaldı ki, insan ömrü bile giderek uzuyor. Hele siyasi tarih açısından bakarsak, 100 yıl gerçekten de kısa bir zaman dilimi…
Kafamda bu düşüncelerle hostele dönüyorum. Hava oldukça soğudu. Makedonya’daki son durağım, büyüleyici doğal güzelliğiyle Ohrid olacak…
Ohrid gezi yazılarıma da buradan ulaşabilirsiniz: Ohrid Gezisi
Ucuz uçak bileti satan hava yolları içinse şu yazıma bakabilirsiniz => En Ucuz Havayolu Firmaları