E-KİTAP ve BASILI KİTAP
Herkese merhaba!
Vaktiyle gitmiş olduğum bir kitap fuarında incelemiştim ilk, şu e-kitap okuyucuyu. O dönem piyasaya yeni çıkmıştı. İlgimi çektiğinden değil de görevli çocuk ısrar edince kıramadım.
Yani ısındığımı pek söyleyemem. O zamandan bu yana fikrim pek değişmedi aslında. Eline alıyorsun böyle cep telefonu gibi. Ekranda yazıları aşağıya yukarıya da sağa sola doğru kaydırıyorsun…
Bakın, Alberto Manguel Geceleyin Kütüphane’de ne diyor:
Sanal kütüphaneyi kâğıt ve mürekkepten oluşan gelenekseliyle karşılaştırırken aklımızda tutmamız gereken birkaç nokta var: okumanın yavaşlık, derinlik ve bağlam gerektirdiği; hala kırılgan olduğu ve sürekli değişim geçirdiği için elektronik teknolojimizin bizi artık yürürlükten kalkan bir zamanlar depolanmış verileri elde etmekten alıkoyduğu; bir kitabın sayfalarına göz gezdirmenin ya da raflar arasında dolaşmanın okuma sanatının yakın bir parçası olduğu ve nasıl bir seyahat filmiyle 3 boyutlu görüntüler gerçek seyahatin yerini alamazsa, bir ekrandaki yazıları aşağı kaydırmanın da onun yerini asla dolduramayacağı.
Aslında teknolojiyle öyle çok haşır neşir biri olduğum söylenemez zaten. Sonradan yerleşince insanın dünyasına, daha doğrusu, hayatta bu denli baskın hale gelişi sonradan olunca kişinin yaşantısında, haliyle böyle oluyor, malum. İlk mail adresimi de bir arkadaşım almıştı, hiç unutmam.
8 Kanallı Beko-Hitachi seyrederek büyüyüp, uzunca bir zaman kumanda işlevi görenler, yani akranlarım (Kabaca 80-87 arası doğumlular diyebilirim) ne demek istediğimi daha iyi anlayacaktır.
Yükselticilerin inanılmaz sükse yaptığı, cep telefonlarının olmadığı (evet inanmak her ne kadar zor olsa da vardı böyle bir dönem gerçekten de), okullarda divitin çini mürekkebine batırılıp el yazısı yazıldığı dönemde yetişmiş bir nesildenim.
Jean Claude Carriere ve 2016 yılında kaybettiğimiz Umberto Eco’nun karşılıklı sohbetinden oluşan bir kitap var elimde şu an: Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın.
Can Yayınları tarafından basılan bu kitabı, Fransızca aslından Türkçeye Sosi Dolanoğlu çevirmiş. Kitabın önsözünü yazan Jean-Philippe de Tonnac ise, Alberto Manguel’in üstte paylaştığım yorumuyla paralel şöyle bir şey yazıyor:
Jean Claude Carriere ile Umberto Eco arasındaki söz alışverişinde asıl mevzu bahis olan şey, elektronik kitabın büyük ölçekte benimsenmesinin ortaya çıkarabileceği değişimlerin ve çalkantıların yapısı üzerinde bir karara varmak değildi.
Bibliyofil olarak, eski ve nadir kitap koleksiyoncuları, incunabula arayıcıları ve avcıları olarak tecrübeleri, onları kitabın, tıpkı tekerlek gibi, muhayyilenin işleyişi bakımından aşılamaz bir çeşit mükemmellik olduğu değerlendirmesine vardırıyor daha ziyade. Uygarlık tekerleği icat ettiğinde, tekerlek kendini biteviye tekrar etmeye mahkumdur artık.
Kitabın icadını ister ilk kodekslere ister daha eski papirüs tomarlarına dayandıralım, uğradığı değişimlerin ötesinde, kendine olağanüstü bir şekilde sadık kaldığını kanıtlamış bir gereç var karşımızda.
Bu durumda kitap, müjdelenen veya korkulan teknolojik devrimlerin durduramayacağı bir çeşit bilginin ve muhayyilenin tekerleği gibi görülüyor. (Kaynak: Umberto Eco & J. C. Carriere, Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın, Çev. Sosi Dolanoğlu, Can Yayınları, İstanbul, 2010, s. 9)
Türkiye’de ağırlığını hala yeterince hissettiremediğini söyleyebiliriz bu yeni teknolojinin. Tabii ki bunun farklı nedenleri var. Fakat belki 10-15 yıl içerisinde durum değişecek gibi duruyor. Çağımız bilişim çağı. Ve dijital teknoloji durmaksızın ilerliyor.
Buna rağmen basılı kitapların en azından kısa vadede tümüyle tali bir konuma itilebileceğini zannetmiyorum. Şayet öyle bir şey olacaksa dahi, ortadan tamamen kalkmasını ise görmeye bence bizim yaşımız yetmez gibi geliyor.
Bir kere, kitap olarak değerlendirdiğimiz kavramın hangi amaca yönelik olarak okunduğu konusu öne çıkıyor burada.
Bir klasiği okumak için geçerli bir yol olabilir belki ama örneğin bir yüksek lisans tezi veya doktora tezi yazan biri için küçük küçük notlar almak elzemdir. Kütüphanelerde ilgili konularda raflar arasında dolanmak, doğru kitapları bulmaya çalışmak, insanlardan, çalışanlardan yardım almak kaçınılmazdır.
Bir röportajında okumuştum, geçtiğimiz senelerde hayatını kaybeden Çetin Altan, günlük gazete yazılarını hep daktilosuyla yazarmış. Bülent Ecevit de son ana dek daktilosunu yanından ayırmamış bir isimdi.
Bana da çok uzak bir gereç değildir elbette daktilo. Bir klavye aracılığıyla harekete geçen harflerin, mürekkep sayesinde kağıda aktarımını sağlayan daktilo tuşlarının çıkarttığı o kimi zaman ahenkli şıkırtılara babamın okulunda geçirdiğim günlerden alışığım. Şimdi olsa yadırgamam.
İlkokuldayken, 5 sene boyunca her okul çıkışı, hemen yan tarafta babamın görev yaptığı liseye giderdim. O dönem annem de çalıştığı için, idarecilik görevi de yapan babamın yanında mesai bitimine dek günümü geçirirdim.
Bilgisayarların kullanımı bu kadar yaygın değildi elbette. Ve evet, o zamanlar 4+4+4 gibi garip denklemler tedavüle çıkmamıştı, ilkokul 5 seneydi. Hatta 5. sene de, Anadolu Liselerine giriş sınavı demekti.
1874 yılında piyasaya çıkan Remington marka pedallı daktilolar pahalı oldukları gerekçesiyle alıcı bulamazlar. Mark Twain, bu makinelerden alarak romanını daktiloyla yazıp yayın evine veren ilk yazardır. Daktilonun öncülerinden olan bir başka yazar da Tolstoy’dur. (Kaynak: Sunay Akın, Ayçöreği ve Denizyıldızı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2017, s. 79)
Bütün bu yaşadıklarımdan olacak, bu blog hadisesi de çok farklı bir deneyim oldu benim için aslında. Yazdıklarını herkes okumasa da birilerinin okuduğunu bilmek, hususi günlük tutmuş birine son derece yabancı geliyor.
Hiç tanımadığın biriyle oturup konuşmak gibi sanki. Günlüğünü yalnızca kendin okuyorsun ama blog olayı gerçekten çok çok farklı.
Ama sonucu her ne olursa olsun bir şeyler paylaşma düşüncesi bile güzel. Birbiriyle etkileşimde bulunan sosyal varlıklarız neticede. Üstelik Pizza Hut’ın sloganında haklılık payı var gibi, paylaştıkça bu tat gerçekten artıyor.
Ünlü Avusturyalı yazar Stefan Zweig da, Can Yayınları tarafından basılan Yarının Tarihi isimli kitabındaki makalelerden birinde, kitabın geleceği hakkında şunları yazmış:
…Bu insanların yakınmalarına bakılırsa, kitabın dönemi kapanmış, söz tekniğin olmuştur; gramofon, sinema aygıtı ve radyo, sözü ve düşünceleri çok daha ustaca ve rahatlıkla iletebildiklerinden, kitabı geriye itmeye başlamışlardır; kitabın kültür tarihi açısından taşıdığı misyon, çok yakında geçmişe karışacaktır.
Oysa bu, ne kadar dar bir görüş ve yine ne kadar kısır bir düşünme biçimidir! Teknik, binlerce yıldır kitabın gerçekleştirdiği mucizeyi aşan, aşmak bir yana, ona erişebilen bir mucizeyi nerede gerçekleştirebilmiştir ki?
Kimya, bugüne kadar ne etkisi kitap kadar yaygın ve bütün dünyayı sarsıcı ve patlayıcı madde bulabilmiş, ne de ömrü, kitap denen o bir avuç basılı kağıttan daha uzun bir çelik levha ya da demir beton geliştirebilmiştir.
Henüz hiçbir elektrikli ışık kaynağı, incecik bir cildinki kadar parlak bir aydınlık yaratamamıştır; basılı sözle ilişki kurulduğu anda ruhu dolduran gücün yoğunluğu, hala hiçbir yapay güç akımıyla karşılaştırılabilecek gibi değildir.
Hiçbir zaman yaşlanmayan ve yok edilemeyen, zaman içerisinde değişime uğramayan, en küçük kalıplar içerisinde en yoğun güçleri saklayabilen kitabın teknikten korkması için hiçbir neden yoktur; çünkü tekniğin kendisinin de öğrendiklerinin ve onu daha iyiye götüren değişimlerin kaynağı, yalnızca ve yalnızca kitaplar değil midir? (Kaynak: Stefan Zweig, Yarının Tarihi, Çev. Ahmet Cemal, Can Yayınları, İstanbul, 2015, s. 97)
Yazıyı bitirmeden önce bir link paylaşmak istiyorum. Ben bu yazıyı basılı şekliyle Radikal Kitap ekinde okumuştum. Kaya Genç’in dış basındaki röportajlardan derlediği kısa ama oldukça hoş bir yazı.
Kitaplardan kurtulamayacağımızı belirten, Jean Claude Carriere ile Umberto Eco’nun da düşüncelerinin yer aldığı bu yazıyı, keşke link olarak değil de siz de benim gibi, bahsettiğim Radikal Kitap ekini elinize alarak okusaydınız. Eminim farklı bir tat alacak, daha değişik bir duygu hissedecektiniz. Kaya Genç’in Yazısı (Erişim Tarihi: 17.06.2011)
Yine de, sahaf kapılarını aşındırmanın kaçınılmaz olduğunu düşünen ve bundan tarifi imkansız bir haz alan benim gibi okuyucuların yanı sıra, zahmet çekmeksizin elinin altında kolayca bulunan bir aletle de olsa kitap okuyanların olduğunu bilmek umutlandırıyor insanı. Çünkü aslolan okumak, her ne şekilde ve nerede olursa olsun.
Ucuz kitap arayanları da bu yazıya doğru alalım: Alfa Yayınları
Herkese bol kitap dolu günler!
(Kitap kapakları Can Yayınlarının internet sitesinden alınmıştır.)
Güzel bir yazı olmuş hocam, ellerinize sağlık…
Çok teşekkür ediyorum!
Bence e-kitap basılı bir kitabın yerini tutmaz. Zaten ben özellikle teknolojiden uzakta kalmak için de okuyorum kitapları.
Merhaba. İkisinin de avantajları ve dezavatanjları var. Ama itiraf etmek gerekirse seninle aynı taraftayım ben 🙂
Sık seyahat eden akademisyenler için ben e-kitabın daha yararlı olduğunu düşünüyorum, ama basılı kitabın uyandırdığı his elbette daha güzel 😉