Amsterdam Gezi Rehberi 2. Bölüm
Tekrar merhaba!
Amsterdam gezi rehberinin ilk bölümünde, (Bakınız: Amsterdam Gezi Rehberi) Amsterdam gezilecek yerler arasında yer alan kimi mekanlardan bahsetmiştim.
En son Museumplein’da dünyaca ünlü Amsterdam müzeleri arasında geziyorduk hatırlarsanız. Son olarak da Van Gogh Müzesinde kalmıştık hatta. Buradan devam edelim hemen.
Van Gogh Müzesinden çıktıktan sonra hemen yandaki Stedeljik Müzesine (Stedeljik Museum) giriyorum. Burası da I Amsterdam karta ücretsiz. Tasarım ve modern sanat meraklılarına güzel bir haberim var! Amsterdam gezisi için olmazsa olmazlardan birisi bu müze.
Sürekli veya geçici sergilere ev sahipliği yapan mekan, bana İstanbul Modern’i hatırlattı doğrusu. Bildiğiniz gibi İstanbul Modern perşembe günleri ziyaretçilere kapılarını ücretsiz açıyor. (Detaylar burada: İstanbul Modern)
Stedeljik Müzesi 1890 yılında inşa edilmiş ve 1938 yılında modern sanat ve tasarım müzesine dönüştürülmüş. Matisse, Willem De Kooning, Cezanne gibi sanatçıların eserlerine ev sahipliği yapıyor. Dikkat çekici bir şekilde, yapı dışarıdan bakıldığında büyük bir küveti andırıyor.
Gerrit Rietvelt’in Mavi Sandalyesi müzede görmeniz gereken tasarımlardan biri. Bunun, biri orijinal biri sonradan yapılmış şekilde iki versiyonu bulunuyor.
De Stijl ismiyle adlandırılan sanat akımı 20. yüzyılda son derece yalın tasarımlar üretmişti. Bu da onlardan biri. Jean Tinguely’e ait heykeller de oldukça dikkat çekici. Burada rahatça 1-2 saat harcamak mümkün.
İçeride bu sergi bölümlerinin yanı sıra güzel bir cafe ve mağaza da bulunuyor. Hediyelik eşya mağazasında çok güzel kurşun boya kalemleri buldum.
Stedeljik Müzesini gezmeyi bitirdiğimde vakit akşamın ilerleyen saatlerine geliyordu. Zira burası da cuma günleri 22:00’a kadar açık. Karanlık, kanallarıyla kuzeyin Venediki olarak adlandırabileceğimiz kentin üzerine iyiden iyiye çökmüştü. Bu nedenle Rijksmuseum ertesi güne kaldı…
3. günümde ilk ziyaret ettiğim yer Rijksmuseum oluyor. Biri bana Amsterdam gezilecek yerler sıralaması yap dese, herhalde ilk sıraya kesinlikle bu müzeyi yazarım. Zira müze dünyaca ünlü koleksiyonlara ev sahipliği yapıyor ve dünyanın her yerinden milyonlarca ziyaretçisi var.
Frans Halls, Jan Steen, Johannes Vermeer ve Rembrandt, eserlerini göreceğiniz ustalardan birkaçı sadece… Bu yüzden Rijks Müzesine sabahın erken saatlerinde gitmenizi tavsiye ederim.
Diğerlerinin aksine ilerleyen saatlerde burası çok daha kalabalık oluyor. Hele yazın nasıl olur düşünemiyorum bile. Ben çıkarken vestiyerde bile kuyruk vardı, artık gerisini siz düşünün.
Amsterdam fotoğraflarının neredeyse hepsinde yer alan I Amsterdam yazısını eminim görmüşsünüzdür. İşte bu meşhur yazı tam da bu meşhur müzenin önünde yer alıyor. Yani müzeye girmeseniz bile, Amsterdam turu yaparken yolunuz buraya kesin düşecek demektir.
Rijksmuseum ile ilgili tüm detaylar için şu yazıma bakabilirsiniz => Rijksmuseum Amsterdam
Müzeden çıktıktan hemen sonra Amsterdam gezilecek yerler arasında bulunan Vondelparka doğru yürüyorum. Park önceleri başka bir isimle anılırken, Flaman şair Joost Van Del Vondel’in heykelinin buraya dikilmesiyle bugünkü adını almış. Parkın yılda 10 milyondan fazla ziyaretçisi var.
Mevsim kış, hava da biraz soğuk olunca, parkın o canlı atmosferi pek hissedilmiyor tabii. Bahar ve yaz aylarında burada rahatça saatlerce vakit geçirilebilir.
Çimlere uzanabilir, kitap okuyabilir, kuşların cıvıltısını dinleyebilir, bisiklet kiralayabilirsiniz. Yine de etrafta yürüyüş yapanlar, bisiklete binenler yok değil elbette. Hazır yeri gelmişken, Amsterdam hava durumu için de bir şeyler söyleyeyim.
Grafikten de anlaşıldığı gibi kışları da öyle aman aman soğuk değil Amsterdam. Sıcaklık kış aylarında 5 derece civarında. Eh, insan şubat ayındaki Polonya’yı gördükten sonra buna şükrediyor. Yağışlar ise her mevsim olmakla beraber en çok sonbaharda görülüyor.
Peki, Amsterdam’dan ne alınır? Amsterdam alışveriş rehberi denince aklımıza neler geliyor? Bu soruları yanıtlamaya çalışayım. Vondelpark’ın hemen yan tarafında bir cadde var: “Van Baarlestraat“
Burası bizim Nişantaşı dersem sanırım anlaşılır. Chanel’den başlayarak aklınıza gelebilecek dünyaca ünlü tüm mağazalar yan yana bu Amsterdam alışveriş caddesinde sıralanmış durumda.
Hal böyle olunca, sırt çantalı bir gezgine pek hitap etmediği için, ben hızlıca bu caddeyi turlayıp buradan meşhur Amsterdam Çiçek Pazarına yürüyerek ulaşıyorum.
Amsterdam Çiçek Pazarı yani Flower Market. Orijinal adıyla Bloemenmarkt. Kanalın yanında sıralanmış tezgahları göreceksiniz zaten. Buradan ilginizi çekiyorsa ya da arkadaşlarınızdan sipariş aldıysanız çiçek veya çiçek tohumları satın alabilirsiniz. Fiyatlar uygun.
Çiçek pazarından başka Amsterdam’da kurulan bir pazar daha var: Dappermarkt. Bununla ilgili detaylı bilgilere de buradan ulaşabilirsiniz: Dappermarkt
Amsterdam Çiçek Pazarı Bloemenmarkt’ın bulunduğu yerde Amsterdam’ın meşhur peynirlerinin satıldığı dükkanlar da var. Henri Willig, Cheese & More gibi… Biliyorsunuz, Amsterdam’ın neyi meşhur diye sorsalar herkesin yanıtı aynı olur: Tabii ki peynir! Gouda peyniri ve Edam peyniri almadan dönmek olmaz.
Fakat şunu söyleyeyim, bu adını yazdığım dükkanlar biraz turistik. İçindeki peynirlerden hepsini olmasa da bazılarını marketlerde de bulma şansınız var. Ben öyle yaptım. Fiyat fark edecektir. Bu bilgiyi hosteldeki resepsiyonist arkadaşlar da teyit etti.
Mesela Amsterdam’da ucuz market olarak Albert Heijn var. Ben peyniri oradan aldım dönerken. Birçok yerde bu marketin şubesi var, biri mutlaka karşınıza çıkacaktır. Gezerken sağa sola dikkatlice bakmanız yeterli. Yalnız şubelerin bazısı ufak bazısı büyük. Siz içi büyük olanlara girin.
Daha sonra Amsterdam Museum‘e gidiyorum. Amsterdam Müzesi bize geçmişten bugüne şehrin tarihsel gelişimini sunuyor. İlk yerleşimcilerden başlayarak İkinci Dünya Savaşına ve oradan da günümüze dek.
Fotoğrafların yanı sıra video gösterimleri ile anlatımlar zenginleştirilmiş. Oldukça büyük olan bu müzede Amsterdam’ın çizilmiş ilk haritası da var. Eğer kendinizi çok kaptırırsanız, rahatlıkla 1-2 saatinizi harcayabilirsiniz burada.
Girişte ilk olarak Amsterdam’ın DNA’sı kısmını göreceksiniz. Burası müzenin odak noktası. Amsterdam’ın ilk haritasından başka, müzede özellikle dikkat edilmesi gereken başka bazı objeler daha var. Bunlardan ilki, şehrin Fransızlarca alınması sırasında Napolyon’a takdim edilen sembolik anahtar mesela.
Bu iki anahtar, 9 Ekim 1811 tarihinde şehri alan Napolyon’a sunulmuştur. Ortadaki holde bu anın tasvir edildiği dev bir yağlı boya tablosu var. Bu tablo da gerçekten muazzam! Tablonun yer aldığı holde Goliath’ı da göreceksiniz. Goliath dev bir muhafız. İncil’de geçen figürlerden biri.
Begijnhof müzenin hemen yanında yer alıyor. Bıhaynhof şeklinde telaffuz ediliyormuş. Bunu da adres sorarken Hollandalı bir çocuktan öğrendim. Gırtlaktan gelmesi lazım yani. Begijnhof etrafı evlerle çevrili dikdörtgensel bir alan. Aşırı büyük değil. Kendini çevreleyen evlerin ortasında yeşil bir alan var.
İbadethane olarak inşa edilmiş. Buranın aynısından Belçika’nın Brugge kentinde de var hatta. Brugge gezi planı yapanların da aklında olsun. Buradaki evlerde, rahibeler kimsesiz ve yoksul çocuklara eğitim verip hastalara bakarmış. Michel De Montaigne, bir gezi kitabı olan Yol Günlüğünde, vaktiyle (16. yüzyıl) Fransa’da da böyle bir çok yer olduğundan bahseder.
Amsterdamın en eski evi burada yer alıyor. Girişte, hemen soldaki 34 numaralı büyük siyah ev. 1400’lerin başından kalma. Begijnhof’un içinde bir de şapel var. Amsterdam’ın Katolik geçmişini yansıtan bu yapı da 1680 yılından kalma.
Bu kısma en fazla yarım saat ayrılması yeterli olacaktır. Bu bölgede etraf oldukça sessiz. Gerçekten huzur verici bir atmosfer var. Gezerken soluklanmak ve rahatlamak adına iyi bir nokta.
Begijnhof’tan ayrıldıktan sonra, kapanmadan önce (Kapanış saati 17:00) Dam Meydanındaki Belediye Sarayına yetişiyorum. Yani Amsterdam gezi yazımın 1. bölümünde bahsettiğim yere: Koninklijk Paleis.
Bu Hollanda başkanlık veya kraliyet sarayına giriş ücreti 10 Euro. Burada I Amsterdam Kart ne yazık ki geçmiyor.
Girişte sizi ortadaki mermer zeminli dev avlu karşılıyor. Burası aslında belediye sarayı olarak inşa edilmiş. Hollanda kraliyet ailesi tarafından hala resmi törenlerde kullanılıyor.
Dikdörtgen biçimindeki yapının içinde yan yana odalar var. Bilet ile ücretsiz verilen Audi Guide sayesinde her bir odanın hikayesini dinleme imkanınız var. (Türkçe dil seçeneği yok)
Buradaki odalarda göreceğiniz mobilyaların çoğu, Napolyon’un yapıyı kendi sarayı ilan ettiği 19. yüzyıl başından kalma. Gerçekten mobilyaların ve odaların ihtişamı karşısında ağzınız açık kalacak…
Amsterdam gezilecek yerler bakımından son derece zengin demiştim. İnanın gez gez bitmiyor. Bu nedenle Amsterdam turu sırasında son günüm oldukça yoğun ve koşuşturmalı geçti.
Son günümde Budget Hostel Dream Inn’de kahvaltımı yaptıktan sonra ilk iş olarak Museum Willet-Holthuysen’e gidiyorum.
Museum Willet Holthuysen, ismini bu evin sahiplerinden almış. 1685 yılında inşa edilmiş bu müze evde, bu tarihten günümüze bir yolculuğa çıkacaksınız. Giderseniz özellikle sarmal merdivenleri ve tüm odaları dikkatlice inceleyin.
Mutfaktan başlayarak; giriş holü, yemek odası, dans odası, bahçe, bahçeye bakan oda ve bayanlar salonunun her biri ayrı ayrı görkemli!
Açıkçası buraya ev demek suretiyle o dönemdeki ev sahiplerine hakaret ettiğimi düşünüyorum bir yandan. Zira burası aslında adeta bir saray! Veya saray yavrusu demek daha doğru olur.
Buraya ev dediğim için sahiplerinden huzurunuzda özür diliyorum. (Evin, şey yani pardon saray yavrusunun web sayfası: Willet-Holthuysen)
Bu evin ilk sahiplerinden olan Pieter Holthuysen’in orta sınıf bir tüccar olduğu düşünüldüğünde, o dönemdeki iktidar sahiplerinin yaşadığı hayatı gözümde canlandırmaya çalıştım. Zaten bu anlamda üstte bahsettiğim Koninklijk Paleis (Amsterdam Kraliyet Sarayı) rahatlıkla bir fikir veriyor…
Museum Willet-Holthuysen’den ayrıldıktan sonra Van Loon Müzesine doğru yola koyuluyorum.
Van Loon Müzesine giderken, yolumun üzerinde tesadüfen iki müzeye daha denk geldim. Burası müzeler bulvarı olmalı. Gayet tabii Museumpleindan hemen sonra! İlk girdiğim ve hızlıca bir turlayıp çıktığım yer Çanta Müzesi.
Bu müze erkeklerin ilgisini çekmez ama kadınlar mutlaka uğrasın derim. Geçmişten günümüze çantanın serüvenine tanık olacaksınız bu ilginç müzede. Kadınlar içeride rahatça 1 saat harcar. Belki de daha fazla. Dediğim gibi, benim girmemle çıkmam bir oldu.
Hemen yan taraf ise Tassen Museum. Burası, kısaca Rembrandtplein durağında inince hemen paralel cadde oluyor. Museum Von Loon da iki blok ötede kalıyor zaten. Yapının beyaz bir ön cephesi var. İhtişamlı mobilyaların sergilendiği bir diğer yapı da burası. Mavi ve kırmızı misafir odası oldukça dikkate değer. Ev 1672 yılında inşa edilmiş.
2017 yılı İlkbaharında Britanyalı sanatçı Gavin Turk kuratörlüğünde burada Türk laleleri başlıklı bir sergi de yer alacak. Zira Van Loon ailesi 16. yüzyılın başında İstanbul (O dönem Konstantinopolis) ile ticari ilişkilerine başlamış.
Sergideki laleler işte bu ticareti sembolize edecek. Eğer ilkbaharda Amsterdam turu yapacaksanız bir uğrarsınız. (Museum Van Loon)
Buradan çıktıktan sonra ise istikamet Ajax Amsterdam Arena stadı. Amsterdam Arena stadına ulaşım için, Amsterdam Centraal merkez tren istasyonundan 54 numaralı metroya binmeniz gerekiyor.
Bijlmer Arena durağında indikten sonra hemen yan tarafta stadyumu göreceksiniz.
Saatlere göre turlar yapılıyor. Başınızdaki bir rehber eşliğinde yaklaşık bir saat süren bir stat turu yapıyorsunuz. I Amsterdam Karta ücretsiz. Önce hemen girişteki bankoya uğrayın ve biletinizi alın. Tur saatleri de orada yazıyor.
Futbolu seviyorsanız, buraya kadar gelmişken vaktiniz varsa katılın derim. Soyunma odaları ve stat içindeki bölümlerden başlayarak, Ajax Müzesine, basın odasına ve tabii ki son olarak stadın içine giriyorsunuz. Güzel bir deneyim.
Son günün akşamı, Amsterdam’da yapılacak şeyler arasında ilk sıralarda yer alan tekne turuna katıldım. Amsterdam kanal turu gün içerisinde her yarım saatte bir yapılıyor.
Tekneler Amsterdam Centraal’in önünden kalkıyor. Akşam saat 21.00’a kadar seferler sürüyor. Fakat ben derim ki, bu turu mutlaka geç saate bırakmadan gündüz gözüyle yapın, her bir yeri dikkatlice inceleyin.
Ve size harika bir haberim var. Amsterdam tekne turu Türkçe! Evet evet, yanlış duymadınız, diller arasında Türkçe dil seçeneği de var. Yurt dışı seyahati için alışık olmadığımız bir şey, farkındayım. Sırf bu yüzden bir bonus daha aldı benden Amsterdam.
Fakat işin bir de şu yönü var. Onu da belirtmem lazım. Hollanda sistemi öylesine güzel oturtmuş ki. Müze girişlerinde mesela, dikkat ettim, mutlaka nereden geldiğinizi soruyorlar. Hangi müzeye giderseniz gidin, bilet alırken bunu hep yapıyorlar.
Bu, açıkçası bir süre sonra dikkatimi çekti ve neden yaptıklarını sordum. Aldığım cevap gayet net: İstatistik önemlidir. Bizde bırakın bu kadar ince ayrıntıları düşünmeyi, İstanbul’daki tarihi surlar bile düğün salonu yapılıyor, Aspendos gibi tarihi yerler restorasyon adı altında tuhaf mermerlerle kaplanıyor!
Tekne turu normalden biraz daha uzun sürdü. Çünkü bu, kaptanımızın son seferiymiş. Bunun şerefine bize kıyak geçti yani. Şerefine diyorum çünkü kendisi pek bir keyifli görünüyordu, tur sırasında espriler havada uçuştu, kısa bir stand-up da izlemiş olduk. (Hey gidi Al Bundy, hey gidi Married With Children, Kelly Bundy’nin kulakları çınlasın) Bir yerden geçerken burada çok seçkin, çok önemli insanlar yaşar dedi mesela; lawyers, doctors, engineers, liars and criminals 🙂
Kanal turu sırasında gördüğüm ilginç yerlerden en dikkat çekici olanlarından biri şüphesiz Buz Bardı. (Ice Bar) Buraya da Amsterdam gezi sırasında bir uğrayın.
Sea Food ise, turun hemen başında göreceğiniz, suyun üzerinde dev bir lokanta. Dünyanın en büyük Çin lokantası buymuş. Nemo Müzesi de hemen bu lokantanın yanında. Amsterdam gezilecek yerler arasında yer alan ancak vaktimin ziyarete yetmediği yerler Nemo Science Center ve Tropenmuseum oldu. Artık bir dahaki sefere…
Buralara çok istediğim halde vaktim kalmadığı için uğrayamadım ne yazık ki. Ben Amsterdam kanal turu için Lovers isimli şirketi tercih ettim. Siz de onu kullanabilirsiniz. Dediğim gibi I Amsterdam karta zaten ücretsiz. Normalde ise Amsterdam tekne turu kişi başı 16 Euro.
Gelelim Amsterdam yemek meselesine… Patates kızartması burada çok meşhur bir defa. Centraal çevresindeki dükkanlarda satılıyor. Küçük boy bile 1 kişiyi rahatça doyurur. Deneyebilirsiniz.
Bunun dışında yine Red Light District ve Amsterdam Centraal çevresinde bir sürü irili ufaklı restoran ve cafe var. Ayrıca Dam Meydanında, Nieuwe Kerk Kilisesinin hemen yanında ise özleyenler için Simit Sarayı var. Çay-Simit ikilisi bizim için vazgeçilmez bir tutku.
Amsterdam eğlence hayatı deyince akla gelen yerlerden de kısaca bahsedeyim. Concertgebouw Amsterdam’ın en ünlü konser salonu. Burada iki adet salon bulunuyor.
Binanın açılışı 12 müzisyenden oluşan bir orkestra ile 1888 tarihinde yapılmış. Bina konserlerin yanı sıra günümüzde sergiler, konferanslar gibi etkinliklere de ev sahipliği yapıyor. Detaylar ve program için tıklayın: Concertgebouw
Canlı müzik için Leidsplein çevresindeki mekanları deneyebilirsiniz. Leidsplein hem gece hem de gündüz saatlerinde oldukça hareketli bir meydan.
Bimhuis bir diğer konser salonu. Benim gibi caz müzik aşığıysanız bu mekan tam size göre. 15-20 Euro gibi ücretlere konserler bulabilirsiniz. (Detaylar için buraya tıklayın lütfen: Bimhuis)
Amsterdam özellikle yaz ve bahar aylarında çok hareketli oluyor. Her yerde bir etkinliğe denk gelmek mümkün. Örneğin Vondelparkta haziran ayı başında ve ağustos ayının sonunda tiyatro ve müzik etkinlikleri yapılıyor.
Yine haziran ayında 3 hafta süren Holland Festival’de birçok şehirde etkinlikler düzenleniyor. Temmuzda ise Rotterdam’da caz festivali var. Amsterdam’da etkinliklerden haberdar olmak için harika bir web sayfası paylaşmak istiyorum sizinle: Amsterdam Etkinlik Rehberi Bu sayfayı Amsterdam gezi turu yapmadan önce mutlaka inceleyin.
Yazının sonuna doğru yaklaşırken, genel bir toparlama yapmak gerekirse, Amsterdamı çok beğendiğimi söyleyebilirim. Gayet düzenli bir şehir. Kurallar var ve herkes buna uygun bir şekilde hayatını yaşıyor. Yüksek bir ses bile duymadım tüm Amsterdam gezisi boyunca. İnsanlar gerçek bir bisiklet aşığı.
Bunun dışında öyle aman aman pahalı bir şehir değil. Özellikle de Kopenhag gezisi yaptıktan sonra bunu daha net söyleyebilirim. Amsterdam ucuz uçak bileti bulursanız hiç düşünmeyin. 3-4 günlük bir Amsterdam turu yapabilirsiniz. Unutmayın, Atlasglobal, Pegasus ve THY gibi firmalar Hollanda’ya direk uçuyor. Eğer imkanınız varsa Amsterdam yakın yerler gezmek de diğer bir seçenek.
Burada da okumak isteyenler için dolu dolu Stockholm gezi notları var: Stockholm Gezi Rehberi
Bir başka ülkede, bir başka seyahatte görüşmek dileğiyle kendinize iyi bakın, şimdilik hoşça kalın!
(Yazı hazırlanırken yararlanılan kaynaklar: Nejat Tarakçı, “18. Yüzyılda Avrupa Denizciliği”, Yeni Deniz Mecmuası, Sayı 2, Haziran 2016)