Bir Deneme

Bir Deneme

Herkese merhaba.

Cenazelerde bir araya gelen insanlar (modern çağın hızı, ne yazık ki özellikle büyük şehirlerde normal zamanlarda yüz yüze görüşmeyi bile artık imkansız hale getirdi), tabutun önünde, cami avlusunda hep benzer konuşmaları yaparlar.

Bu, dünyanın neresine giderseniz gidin, aşağı yukarı böyledir aslında: “Kefenin cebi yok. Üç günlük dünyada hiç kimseyi kırmaya, incitmeye değmez. Yarın bizim de ne olacağımız belli değil. Her şey fani

Fakat aynı insanlar, çok değil cenaze merasimi sonlandıktan hemen sonra, eski hayatlarına vakit geçirmeksizin aynen geri dönerler. Kaldıkları yerden, sanki hiçbir şey olmamışçasına aynı şeyleri yapmaya devam ederler…

Tüm hırslarıyla, sonsuz kibirleriyle, uzaya doğru uzanıp giden o şişkin egolarıyla, kimi zaman kıskançlıkla, kimi zaman acımasızca ve rakip gördüğü herkesi özellikle de adil olmayan şekillerde ekarte etmeye çalışarak, engelleyerek, ayağını kaydırarak, cenaze sırasında ağızlarında geçici olduğunu dillerinden hiç düşürmedikleri o makamlar, unvanlar, koltuklar, sıfatlar peşinde koşmaya kaldıkları yerden aynı hızla devam ederler.

İtibar, şeref ve yükselmeye duyulan evrensel arzu bizi tüketir. İnsanları birbiriyle yarışmaya sevk eder. Birbirlerine rakip ve hatta düşman ederek ihtirası cezbeder ve çoğaltır. Rekabet içindeki herkesi bu doğrultuda yönlendirerek, günlük başarısızlıklar, kısa süren başarılar ve türlü felaketler yaratır.

Jean Jacques Rousseau

Sezen Aksu, sözlerini yazdığı o çok bilindik şarkısında tek cümleyle ne güzel özetlemiş: “Bu düzeni bozuk dünya yalan.”

Herkesin var olan mevcut bozuk sistemi eleştirdiği, ancak onu değiştirmek için kişisel neredeyse hiçbir şey yapmadığı ve dahası, var olan bu bozuk sistem üzerindeki yerini kaybetme korkusuyla da onun hiç olmazsa devamı konusunda mutabık kaldığı bir ülkede, bir çağda yaşıyoruz.

Burada aklıma Karl Marx’ın çok güzel bir sözü geliyor: “Filozoflar sürekli dünyayı yorumladılar, oysa sorun onu değiştirmekti.”

Türkiye’de nereye giderseniz gidin, nerede çalışırsanız çalışın manzara hep aynı. Hakikati söylemeye çalışanların akıbeti değişmiyor: Marjinallik veya sürgün.

35 yıla yaklaşan hayat, 8 yılı aşan iş tecrübesi, bana hep İtalyanca hocamın şu veciz sözünün geçerliliğini hatırlatıyor her defasında: “Bu ülkede haklı olmaya çalışmayın, mutlu olmaya çalışın.”

Evet, İtalyanca hocam böyle demişti ve bu söz aklımdan hiç çıkmıyor inanın. İnsan, haklı olmadığını bildiği, doğru olanı yapmadığı halde nasıl mutlu olabilir ki diye düşünebilirsiniz. İşte zaten sorun da gelip her defasında burada düğümleniyor aslında.

Edward Said, “Entelektüel” isimli nefis kitabının önsözünde, ne koruyacak makamları, ne de başında nöbet tutup gücüne güç katacakları toprakları olan entelektüellerin, bazılarını (Türkiye özelinde konuşursak, birçoklarını diyebiliriz rahatlıkla) çok rahatsız ettiğini yazar.

Bu insanlar içinde kendini beğenmişler de yok değildir ancak onlar daha çok kendileriyle dalga geçerler ve lafı eveleyip gevelemektense dobra konuşurlar der.

Bu tür insanların ne yüksek mevkilerde eşleri dostları, ne de resmi makamlarda itibarları olur. İnsan yalnız kalır evet doğru, ancak her zaman sürüye uyup mevcut duruma rıza göstermektense, yalnızlık herhalde daha iyi bir tercihtir diye sürdürür.

Yine bundan bir süre önce okuduğum, Alberto Manguel’in “Bütün İnsanlar Yalancıdır” isimli kitabından da bir alıntı yapayım burada.

Derler ki, Oscar Wilde’ın katıldığı bir akşam yemeğinde, misafirler edebi kıskançlık konusu üzerine tartışır. Oscar Wilde o an şu hikayeyi uyduruverir:

Şeytan, iblislerine münzevi bir azizi ayartmasını buyurur. İblisler ellerinden geleni yapar ama gel gelelim ne en leziz lokmalar ne afet gibi kadınlar ne de muazzam servetler münzeviyi adanmışlığından koparır.

Şeytan sabırsızlık içinde yamaklarına, “Bu iş böyle yapılmaz, izleyin de öğrenin” der ve azize yaklaşarak kulağına fısıldar: “Kardeşin İskenderiye’nin baş piskoposluğuna getirildi.”

Birdenbire ihtiyarın yüzünde kıskançlıkla dolu bir öfke ifadesi belirir. 

Burada da aklıma Seneca’nın çok güzel bir sözü geliyor. Cahil insanlarla içli dışlı olmama uyarısında bulunduktan sonra şöyle diyor Seneca: “Gelecekte sadece söylediklerinin doğru olmasına değil, konuştuğun kimsenin bu doğruya katlanıp katlanamayacak olmasına da dikkat et.”

Bu söz öylesine etkili ki, tüm çağlara, özellikle de içinde yaşadığımız çağa tamamen uyduğunu söylemekte sakınca yok.

Keşke insanoğlu hayatının her anında evrende kapladığı o küçücük yeri hatırlayabilse, örneğin makamlara, unvanlara, statü simgelerine bu kadar değer vermese, birbirini ezmeye, birbirinin üstüne basmaya çalışmasa…

Mutluluğun asıl ve biricik formülünün, kendiyle barışık bir şekilde, hayatı olabildiğince basitleştirerek yaşamak olduğu kuralını kavrayabilse…

Ve bunları sadece cenazelerde değil de, hayatının her anında anımsayabilse, yaşama geçirebilse, hayatına bir nakış gibi işleyebilse. Ben de hep böyle düşünürüm…

Sevgiler, selamlar. 

Okumak isteyenler için bir başka yazım: Orhan Veli: Yalnız Seni Arıyorum

Bu Yazıda Yararlanılan Kaynaklar:

  • Alberto Manguel, Bütün İnsanlar Yalancıdır, Çev. Saliha Nilüfer, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015
  • Edward Said, Entelektüel: Sürgün Marjinal Yabancı, Çev. Tuncay Birkan, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2009
  • Tom Butler Bowden, 50 Politika Klasiği, Çev. Can Görtan, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2018

4 Comments

  1. Oğuz Tosun 15 Temmuz 2019
    • Gezivita 16 Temmuz 2019
  2. Nisa 19 Temmuz 2019
    • Gezivita 27 Temmuz 2019

Leave a Reply

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.