Gezdiğim Ülkeler Hakkında Kısa Kısa Notlar
Herkese merhaba!
Her ne kadar genellemelerin çok sağlıklı olduğuna inanmasam da, bu yazıda biraz kıyısından köşesinden genellemeler yapmak durumunda kaldım.
Aslında tam bir genelleme de sayılmaz bu. Zira Latincede “Prima Facie” diye bir tamlama vardır. Türkçe’ye çevirirsek, güçlü nedenlere dayalı ilk izlenim diyebiliriz buna…
İşte bu yazıda ben kısa kısa, şu ana dek gezdiğim bazı ülkeler hakkında dikkat çekici noktaları ve yorumlarımı paylaşmak istiyorum sizinle.
Yani bir başka deyişle, gezdiğim ülkeler hakkında ilk izlenimler. Öyleyse hiç vakit kaybetmeden başlayalım.
Fransa
Hiç Fransız arkadaşım da olmadığı için, sanırım rahat rahat içimi dökebilirim. Kendisi de bir Fransız olan Gustave Flaubert, henüz 19. Yüzyılın ortasında yazmış.
Daha sonra Mina Urgan da bir asır sonra aynı yorumu yapmış. Bana da onlara aynen katılmak düşüyor.
Eh, her ne kadar Paris’te çok kısa bir süreliğine kalmış olsam da, en azından biraz gözlemleme şansına sahip oldum. İlk intibam ne yazık ki olumsuz. Fransızlar tam bir snob diyebilirim!
Cümleye Bonjour ile başlamayınca, sorulan sorulara cevap vermediklerini daha gitmeden okumuştum zaten. İngilizce konuşanlara her nedense öcü gibi bakıyorlar. Sanki herkes Napolyon’un torunu olmak zorundaymış gibi!
Aslında bunun nedeni biraz belli… Fransızlar kendi dillerinin tahtına İngilizcenin gelip oturmasından pek memnun değiller. Değiller ama yapacak bir şey yok.
Bu, oldukça uzun süren bir zaman dilimi sonucu oluştu, kendiliğinden böyle bir sonuç ortaya çıktı. Şimdilik diplomasi dili üzerindeki üstünlükleri ile yetinmek durumundalar. (O da zamanla yok olmaya yüz tutarsa ne olur bilemem!)
Ayrıca yine başka bir yerde, Bonjour ile cümleye başlamamanın bir de kabalık olarak algılandığını okumuştum.
Bundan tam emin değilim ama bu konuda şunu söyleyebilirim: Ne yazık ki Fransa’da cümleye Bonjour ile başlamamak karşı tarafın kaba olduğunu değil, turist veya yabancı olduğunu gösterir.
Sultanahmet Meydanı veya Ayasofya çevresinde beni çeviren hiçbir yabancıya, bugüne kadar “Vay efendim merhaba demesini bile öğrenmeden ülkeme gelmişsin, ne hakla bir de bana soru sormaya kalkıyorsun” demedim, demeyi bırakın böyle bir şeyi hiç düşünmedim bile…
Son olarak şunu söylemek istiyorum sevgili Fransızlara: aman cevap vermeyin siz, sakın İngilizce konuşmayın. Bonjour’unuzu sevsinler.
Ben müsaadenizle Fransızlara karşı biraz Fransız kalmaya karar verdim sevgili dostlar.
Yine de Paris’e tekrar gideceğim tabii ki. Sanata ve sanatçıya saygımız sonsuz. Gezemediğim çok yer kaldı Paris’te… (Bakınız: Paris Gezi Rehberi)
Kuzey Makedonya
Makedonya’da ilk dikkatimi çeken şey, konuşulan dil oldu. Bu kadarını beklemiyordum doğrusu. Evet, “Yabancı dilim yok” diye üzülenler, sizi şöyle ortaya doğru alalım. Merak etmeyin, düğünde oynamak için çağırmıyorum bu kez.
İşte size her yerde Türkçe konuşup rahatça anlaşabileceğiniz, İngilizceye hiç ihtiyaç duyulmayan güzel bir rota: Kuzey Makedonya.
Bildiğiniz gibi, bundan çok kısa bir süre önce, bu ülkenin Yunanistan ile uzun süredir yaşadığı gerginlik konusu olan isim sorunu nihayet çözüldü. Ülkenin ismi “Kuzey Makedonya” olarak değişti.
Her ne kadar bu olay Makedon cephesinde halkın büyük bölümünün tepkisine yol açsa da, iki ülke arasında yıllardır süregelen sorun sonuçta bir şekilde çözülmüş oldu.
Kuzey Makedonya Türkiye’den vize istemeyen ülkeler arasında yer alıyor. Yani pasaportunuz hazırsa uçak biletinizi alıp hooop diye kolayca uçuyorsunuz. Ülkenin Üsküp, Manastır ve Ohrid gibi önemli şehirleri var.
Manastır (Bitola) da bizim için önemli bir şehir çünkü Atatürk bir dönem buradaki askeri okulda eğitim almıştı. Giderseniz uğramayı ihmal etmeyin.
Ohrid’de hava güzelse göle de girebilirsiniz. Trileçe yemeyi de unutmayın. Kuzey Makedonya’da içeceğiniz Türk çayı, ülkemizdeki ile birebir aynı lezzette.
Kuzey Makedonya’daki Türk toplumunun Yugoslavya döneminde 21 Aralık 1944’te kendi dillerinde eğitim hakkı kazanması ve Kuzey Makedonya döneminde, 15 Şubat 2007’de yapılan bir yasal düzenlemeyle bayram olarak kabul edilmesi sebebiyle, her yıl 21 Aralık “Kuzey Makedonya Türkçe Eğitim Bayramı” olarak kutlanıyor.
Gördüğünüz gibi Kuzey Makedonya hem yaşam tarzı, hem yemek kültürü hem de dil açısından ülkemize çok yakın bir ülke…
Polonya
Tek başıma gittiğim ilk ülke. Benim için çok özeldir Polonya. Toplamda iki defa gittim, Varşova, Wroclaw ve Krakow’u gezdim.
Başkent Varşova da güzel ama bence hem güneydeki Krakow şehrini hem de onun hemen yakınında bulunan, 2. Dünya Savaşının en büyük toplama kampı olan Auschwitz’i herkes hayatında bir kez olsun görmeli.
Sıra dışı bir deneyim, insanlığı sorgulatan bir yer. İnsanın tüyleri gerçekten diken diken oluyor. Adorno, “Auschwitz’ten sonra şiir yazmak barbarlıktır” demişti.
Polonya tarihsel geçmişi ile sizin zaman tünelinde bir yolculuğa çıkaracak. Ülkenin her yeri adım adım tarih kokuyor. Zaten eminim Piyanist’i herkes bir kez olsun seyretmiştir.
Bunun yanı sıra Polonyalılar çok rahat insanlar, kimse kimseye karışmıyor, meşhur votkaları Zubrowka içmeyi seviyorlar, gitmişken siz de mutlaka deneyin.
Dzien Dobry (Cin dobri diye telaffuz ediliyor, merhaba demek, günün her vakti söylenebilir) diyerek selam verin, insanlara gülümseyin.
Bu şekilde söze başlarsanız sizinle olması gerekenden daha fazla ilgilenebilirler. Ancak asla Fransızlar gibi değiller, başlamasanız da kimse size kızmaz.
Bir de mümkünse bu ülkeye kışın gitmeyin, gerçekten donarsınız. Üstte gördüğünüz gibi ben dondum, siz donmayın. Polonya turu için bahar ayları ideal diyorum.
Slovenya
Yeşil, çok yeşil, daha çok yeşil, yemyeşil! Böyle bir doğa yok. El değmemiş. Bakir. Bizim gibi değiller, ciddi anlamda koruyup kolluyorlar.
Bled gezi notlarını daha önce paylaşmıştım zaten, hala okumadıysanız ona mutlaka bir bakın. (Bakınız => Bled Gezi Notları)
Başkent Ljubljana da Bled de başlı başına birer doğa harikası!
Ülkenin toplam nüfusu 2 milyon civarında. Sessiz, sakin bir yer. Kavga yok, gürültü yok, stres yok, tam kafa dinlemelik bir seçenek.
Üstelik aşırı turist de almıyor ülke, pahalı değil. Zorla bir arada tutulmaya çalışılıp Tito sonrası çil yavrusu gibi bir anda dağılan Yugoslavya’dan ilk kopan ülke Slovenya.
Diğer eski Yugoslav cumhuriyetleri içinde hem coğrafi hem de kültürel açıdan en “Avrupai olanı” diyebilirim. İlk fırsatta kesinlikle gidin.
Slovenya ile ilgili bugüne kadar okuduğum en güzel gezi yazısını ise Murat Belge yazmış. Meraklısına “Başka Kentler Başka Denizler” kitabını tavsiye ederim.
Danimarka
Şu ana dek gezdiğim 25+ ülke içinde açık ara en pahalı ülke! Ucuz uçak bileti bulabilirseniz gidin.
Yalnız konaklamayı da bir hayli erkenden ayarlamanız lazım. Başka türlüsü inanın çok zor. Bunlar olmazsa bayağı cep yakar Danimarka…
Kuzeyin gelişmiş olduğunu zaten biliyoruz. Danimarka’da beni en çok şaşırtan ise insanların İngilizce bilgisi oldu.
Başkent Kopenhag için konuşmam gerekirse, seyyar arabasında sosis satan kadın da, çöpleri toplayan adam da inanılmaz İngilizce konuşuyor. Ben böyle bir şey görmedim hayatımda!
Ukrayna’da neredeyse hiç kimse İngilizce bilmiyor, Danimarka’da ise İngilizce bilmeyen tek bir kişi bile yok sanki.
Artık nasıl bir eğitim sistemleri var hesap edin. Bu konu üzerine de en kısa zamanda okumalar yapıp daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorum açıkçası.
Daha 18. Yüzyılda Hint-Avrupa dil ailesinin karşılaştırmalı incelemelerine öncülük yapanlardan birinin Danimarkalı dil bilimci Rasmus Christian Rask olması tesadüf olmasa gerek…
Avusturya
Hem başkent Viyana hem de Salzburg’u görmüş biri olarak, Avusturya’yı üç kelimeyle özetleyebilirim: Mimari, müzik ve düzen.
Haydn’dan Schubert’e sayısız ünlü yetiştirmiş bu ülkenin başkentinde şirin sokakları adımlarken, olağanüstü mimari adeta başımı döndürdü. Viyana Opera Binası ayrı güzel, Schönbrunn Sarayı ayrı…
Mozart’ın ezgileri Salzburg’un her yerinde adeta. Viyana sokaklarında dolaşırken ise Freud’un hayalini görür gibi olursunuz. Ancak hepsi bununla sınırlı değil elbette. Mideye de hitap eden nefis yerler barındırır Avusturya.
Viyana’da Haus Der Musik’in tam karşısında yer alan 1516 Brewing Company kendi biralarını üreten harika bir yer. Burada içtiğim biraların tadı gerçekten bir başkaydı. Aynı İstanbul Bomontiada’da yer alan The Populist gibi kendi biralarını imal ediyorlar.
Siz de yakın zamanda Viyana turu yaparsanız buraya mutlaka uğrayın. Wisse Beer (Buğday Birası) Freewilly ise şahsi önerimdir. Şimdiden afiyet şeker bal olsun.
Viyana’da o meşhur Alman disiplinini iliklerinize kadar hissetmeniz mümkün. Hayat deyim yerindeyse burada tıkır tıkır işliyor. İşliyor çünkü kurallar ve hepsinin ötesinde bu kurallara saygı var.
Viyana metrosunu kullanırken turnikelerin olduğu kısımda tek bir görevli bile olmadığını görünce şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım az kalsın!
Etrafta hiç görevli olmamasına rağmen herkes gayet medeni bir biçimde turnikelerden biletlerini okutarak geçiyordu. Gerçekten hayran kaldığım manzaralardan biridir.
Bu ülke ile ilgili anlayamadığım tek nokta, neden hala 1683’ün etkisinde oldukları…
Yahu dünya değişti, Yuri Gagarin aya gitti, Soğuk Savaş bile bitti! Neyse, Viyana’ya, Salzburg’a, Avusturya’ya mutlaka gidin diyerek burada kesiyorum.
Belçika
Hep duyarız, Avrupa Birliğinin merkezi Brüksel diye. Gerçekten de siyasi merkez ama konu gezip tozmak olduğunda ne yazık ki aynı şeyleri söylemek zor. Başkent Brüksel gezilecek yerler bakımından pek zengin değil.
Meşhur Grand Palace, biraz “İşeyen Çocuk” heykeli Manneken Pis, biraz da Atomium ile durumu kurtarıyor…
Ancak Grand Palace gerçekten görkemli, hakkını yemeyelim. Bunun yanı sıra ülkenin çok dilli kozmopolit yapısı da durumu biraz olsun dengeliyor diyebilirim.
Ancak Belçika gezisi yapacaklara benim önerim hiç şüphe yok ki kesinlikle Brugge olacak!
Stefan Zweig’in Kuzeyin Venedik’i olarak adlandırdığı, kuruluşu çok uzun zaman öncesine dayanan Brugge’ü görmeden kesinlikle ülkeye dönmeyin. Tam bir düşler kasabası adeta…
Game Of Thrones izliyorsanız/izlediyseniz, setin tam içine düşeceksiniz, öyle diyeyim. Kent, geçmişten günümüze her daim dantelleriyle ünlü olmuş ama o şirin dar sokaklar için de ne şiirler yazılır!
Yalnızca kanallar ve eski taş evler değil, örneğin müze seviyorsanız, sanata meraklıysanız gidebileceğiniz müzeler de var. Örneğin Sint–Janshospitaal veya diğer adıyla St. John’s Hospital. Burası ressam Hans Memling’in vaktiyle tedavi görmüş olduğu eski bir hastahane.
Günümüzde müze olarak hizmet veriyor ve duvarlarında da ünlü ressamın tabloları yer alıyor.
Brugge gezisi yaparken, meydandaki Belfort Kulesine üşenmeden çıkın ve tepeden de şehri bir süreliğine seyre dalın.
Kesinlikle bir gününüzü bu şirin kente ayırın. Buna değer. Dönerken de yanınıza Belçika çikolatası almayı unutmayın.
Belarus
Hiç kimsenin İngilizce bilmediği ülkeye hepiniz hoş geldiniz, sefalar getirdiniz! Beyaz Rusya’nın başkenti Minsk’e 2018 yılı yaz aylarında yaptığım ve toplamda üç hafta süren Avrupa turunun sonlarında uğramıştım.
Açıkçası ilk kez gittiğim bu ülke ve şehir hakkında nasıl bir manzara ile karşılaşacağımı pek bilmiyordum. Zira Beyaz Rusya dağılan Sovyetler Birliğinin içinden çıkan ülkeler içinde adı sanı pek duyulmayan kendi halinde bir ülke.
Ancak dünyaya neden açılamadığını anlamam pek uzun sürmedi. Çünkü burada İngilizce bilen neredeyse hiç kimse yok! Ne sokakta, ne kaldığım hostelde, ne de ulusal bir müzede…
Belarus Ulusal Güzel Sanatlar Müzesi Ivan Ayvazovsky eserleri ile dolu ancak gişedeki görevliler bile tek bir kelime olsun İngilizce bilmiyorlar. Üstelik burası ulusal bir müze…
Zaten ülkeye varır varmaz, daha hostelimi ararken durumun vahim olduğunu sezmiştim. Ukrayna bile İngilizce bilinirliği açısından Beyaz Rusya’nın bir tık önünde sayılır. Minsk’e bir kez gidilir mi, gidilir.
Ama unutmayın, İngilizce burada hiç işinize yaramayacak ve insanlarla iletişim kurmak için hayli zorluk çekeceksiniz… Onlar İngilizce öğrenmez, siz belki biraz Rusça öğrenebilirsiniz, yani hakikaten o derece…
Evet efendim, işte bu yazının da sonuna geldik.
Gezivita Youtube kanalımdaki videoları izlemek için şöyle buyurun lüften => Gezivita Youtube
- Burada merak edenler için Yunanistan gezi ipuçları var: Yunanistan Genel Bilgiler ve İpuçları
- Salzburg gezi notları okumaya ne dersiniz? => Salzburg Gezi Rehberi
- Mardin ile ilgili hazırlamış olduğum tanıtıcı video burada: Mardin Gezi Videosu
- Netlix’teki The Queen’s Gambit dizisi hakkındaki yazım da burada: The Queen’s Gambit ve Satranç
Şimdilik benden bu kadar, hepinize selamlar, iyi yolculuklar!
Danimarka için yazdığınız tüm İskandinav ülkeleri için geçerli aslında. Ciddi pahalı ve İngilizce çok yaygın. İzlanda`da da aynı durum söz konusu mesela ve hatta bir tık daha pahalı Danimarka`ya göre. Benim bildiğim hem eğitim kalitesinden kaynaklanıyor hem de tv`lerde bile İngilizce film izleniyor.
Evet, gezip gördüğüm ülkelerden İsveç de çok iyiydi yabancı dil bilgisi İngilizce ve konuşulması anlamında. Üstelik konuşurken oldukça rahatlar, yani sürekli bu dile maruz kalındığı veya dilin kullanıldığı rahatça hissediliyor. İzlanda’yı henüz görme fırsatım olmadı ama çok istiyorum. Oranın da böyle olmasına pek şaşırmadım doğrusu. 🙂 Bu arada tam da birkaç gün önce AÖF Karşılaştırmalı Siyaset ders kitabında okuduğum bir bilgiyi paylaşayım hazır yeri gelmişken. Kitaptan öğrendiğime göre, İzlanda parlamentosunun yaklaşık 1500 yıllık bir geçmişi var. Ve bu uzun geçmişin doğal bir getirisi olarak ülkedeki tüm siyasi kurumların (Yargı organları vs de buna dahil.) kurumsallaşma derecesi son derece yüksek. Kuzey ülkeleri, tek tek gerçekten her anlamda ciddi bir incelemeyi hak ediyor.
Evet, doğru. İzlanda yazılarımda bahsetmiştim. Dünyanın ilk parlamentosunun kurulduğu bölge Þingvellir. Okumak isterseniz: http://www.mutlueller.com/2014/08/golden-circle-ya-da-altn-cember.html
İzlanda hakkında sanırım 5-6 yazı yazdım:)
İsterim efendim, istemez olur muyum hiç! Bilgiye olan açlığım sınırsız 😀 Yazıları okur yorumumu yaparım. 🙂
Bonjour Kaan, 🙂 Fransızlar için sana katılamasam da harika bir yazı olmuş 🙂 Belki de Fransızca bildiğimden bu bana tuhaf gelmedi. ancak şunu belirtmeliyim ki Fransa’da özellikle Paris te söze Bonjour ile başladığında tüm kapılar açılıyor 🙂 Bunu Pantheon’da pazarlıkla 2 euro indirim yaptıran birisi olarak söylüyorum 🙂 I like Gezivita! 🙂
Krakow’da yaşayan biri olarak Polonya hakkında yazıklarını ilgiyle okudum. Krakow henüz Türkler tarafından keşfedilmemiş. Umarım da keşfedilmez. Ucuz tur varmış gidelim diyenlerin değil de, gerçek gezginlerin uğradığı bir yer olur sadece.
Merhaba. Yorum için çok teşekkür ederim! Kesinlikle aynı fikirdeyim. Krakow’a İstanbul’dan selamlar.