Moskova Notları
Herkese merhaba.
Öyle sanıyorum ki, yazının başlığı bir gezi yazısı izlenimi uyandırıyor hemen. Gerçekten de öyle.
Ancak bu kez, yazan kişi ben değilim. Öyleyse kim?
Yazan: “Muhsin Ertuğrul”
Bu yazıda size bir kitap tanıtacağım.
Bildiğiniz gibi Muhsin Ertuğrul, Türk tiyatrosunun öncü ismi.
Ertuğrul’un “Moskova Notları” başlıklı bu kitabında, onun 1925 ve 1934 yıllarında, iki kez gittiği Sovyet Rusya’ya ait izlenimlerini okuyoruz.
Can Yayınlarının “Can Miras” kategorisinden çıkan ve elimde tuttuğum ilk baskısı 2023 yılında yapılan bu eseri, derleyen ve yayına hazırlayan Tuncay Birkan olmuş. Eline sağlık.
Sovyet Rusya’daki izlenimlerini, gazeteye yazdığı yazılarla o dönem herkesle paylaşan Muhsin Ertuğrul, Moskova ve Petersburg’un sanat dünyasına doğru bir yolculuğa çıkarıyor bizi bu kitabında.
Moskova Notları
Kitapta ağırlıklı olarak tiyatrolardan bahsedilse de, aynı zamanda Muhsin Ertuğrul’un gezdiği müzeler, buralardaki çeşitli eserler ve onların yaratıcıları hakkında kısa kısa bilgileri de okuyoruz.
Ancak dediğim gibi, yazılarda ağırlık “tiyatro” üzerine.
Rusya’daki tiyatrolar, bu tiyatroların kurucuları, ünlü direktörler, ünlü oyuncular hakkında türlü bilgiler ediniyor ve Ertuğrul’un, birebir, yüz yüze görüştüğü, dönemin bazı ünlü isimlerinin sanata dair görüşlerini de öğreniyoruz.
Bunlar arasında; Anatoli Lunaçarski, Konstantin Stanislavski gibi isimler var.
Muhsin Ertuğrul, yazılarında, özellikle Meyerhold’un Rus tiyatrosundaki etkisi üzerinde duruyor sıklıkla. Meyerhold ona göre tiyatroda çığır açan bir isim.
Hiç tanımayanlar için, basit ve anlaşılır bilgiler, kayda değer yorumlar sunuyor Muhsin Ertuğrul.
Yani kitaptaki anlatım gerçekten sıcak ve içten.
Ancak bir konuda sizi mutlaka baştan uyarmalıyım.
Malum, yazıldığı dönem itibariyle, bu makalelerinde eski Türkçe kelime kullanımı bir hayli yaygın Muhsin Ertuğrul’un.
Bu sorunu da, kitabı yayına hazırlayan Tuncay Birkan, kitabın en arkasına kısa bir Türkçe sözlük ekleyerek halletmiş. Gerçekten son derece güzel düşünülmüş.
Özellikle 1925 yılına ait olan yazılarda, epeyce eski Türkçe kelime kullanımı göze çarpıyor.
1934 yılına ait olan yazılarda ise, Ertuğrul’un dilindeki ve sözcük seçimindeki bariz değişim ve sadelik gözümden kaçmadı.
Kitabın bu ikinci kısmındaki yazılar, günümüz okuyucusu için çok çok daha kolay anlaşılır cinsten.
İlk kısımda ise sürekli sözlüğe bakmak durumunda kalabilirsiniz.
Aklınızda olsun.
Moskova Notları
Rusya’da, devrim sonrasına ait tespitler, yer yer rejim propagandasına kaçsa da, kitap son derece ilgi çekici yorumlarla dolu diyebilirim.
Yine, özellikle de 1925 yılındaki yazılarda, yeni Sovyet Rusya ile yeni Türkiye Cumhuriyetini karşılaştıran Muhsin Ertuğrul, Rusya’nın Yeni Türk devletine göre -elbette sanat alanında- fersah fersah ileride olduğunu belirtiyor.
Aslında okurken göreceksiniz, bu karşılaştırmayı sadece bizim ülkemizle kıyaslayarak da yapmıyor Ertuğrul.
Eleştirilerinden, özellikle Fransa, Almanya gibi ülkeler de fazlasıyla nasibini almış.
Ben bu kısımda yer alan ve bize yönelik eleştirileri biraz fazla acımasız bulduğumu söylemeliyim.
Zira her şeyden önce, 1925 yılında cumhuriyet ilan edileli ve yokluktan, deyim yerindeyse sıfırdan bir devlet kurulalı çok olmamıştı.
Belki de biraz da bundan sebep, 1934 yılındaki yazılarda bu yönde hiçbir yoruma yer vermemiş Muhsin Ertuğrul.
Az önce, kitabın bir parça rejim propagandasına kaçtığını söylemiştim hatırlarsanız.
Nitekim kitapta Sovyet Rusya ile ilgili en ufak bir eleştiri dahi yok.
Ancak Ertuğrul, bunu da kitabın son kısmındaki makalelerinden birinde şöyle açıklıyor:
Ben yirmi beş senedir seyahat ederim. Bu seyahatlerden de duyduklarımı kağıt üzerinde tespit ederim. Her gittiğim yerin sanatıma taalluk eden taraflarında yalnız iyiyi arar, iyiyi görür, iyiden bir ders almaya uğraşırım.
Misafiri kaldığım memleketlerin, yalnız yüksek tarafları, büyük tarafları, faydalı tarafları beni alakadar eder.
Zaten öyle zannederim ki, misafire ev sahibini tenkit hakkı hiçbir zaman verilmemiştir. Bu, olsa olsa dedikoduculuk olur, misafirlik şiarına yakışmaz.
Moskova Notları
Muhsin Ertuğrul’un Moskova Notları isimli kitabında altını çizdiğim çok hoş betimlemeler, benzetmeler ve tamlamalar yer alıyor.
Ancak bunlara geçmeden önce, yine yazılarda dikkatimi çeken bir şeyi paylaşmak istiyorum sizinle.
Ertuğrul, yazılarında ara ara özeleştiri yaparak, aslında, hani deyim yerindeyse bazen ahkam kestiği konularda bile kendisinin de uzman olmadığının altını çiziyor.
Paris’te izlediği bir temsilin “görgüsüz ruhunu” ne kadar sarstığını söylemesi, temsillerde izlediği oyuncuların değerini sözcüklere dökerek ne kadar ifade etmeye çalışırsa çalışsın, onların gerçek değerini göstermede aslında son derece aciz kalacağını ifade etmesi, son derece dikkate değer…
Özellikle de, özeleştiri hasletinden artık herkesin azade olduğuna şahit olduğumuz şu günümüz dünyasında, modern egoizm ve kibir çağında, Ertuğrul’un bu derin yaklaşımı, onun nasıl yüksek bir ruha, kavrayış inceliğine sahip olduğunu göstermesi bakımından, bence son derece dikkat çekici diye düşünüyorum.
Moskova Notları
Evet, yazıyı bitirmeden önce, üstte bahsettiğim, Muhsin Ertuğrul’un kullandığı ve gerçekten çok hoşuma giden birkaç ifadeyi de sizinle paylaşmak istiyorum.
Mesela Tolstoy için şöyle bir ifade kullanmış Muhsin Ertuğrul: “Asalet sofrasında geniş bir koltuğu olan Tolstoy”
Bir başka yerde, izlediği Hamlet temsillerinin kendisinde uyandırdığı duyguyu şöyle ifade ediyor: Kafatasımın gerile gerile çatırdayarak genişlediğini duydum…
Son bir örnek daha vereyim, artık geride kalanları siz kitaptan kendiniz okursunuz: “Yeni sanatın istikbal kervansaraylarını göstermek…”
Moskova Notları okunmak için bekliyor, haydi durmayın!
Daha fazla kitap önerisi için şu videoma göz atabilirsiniz: Kitap Önerilerim
Sevgiler, selamlar.