Corona Günlükleri 6. Bölüm
Herkese merhaba.
“Corona Günlükleri” başlıklı yazı dizisine devam ediyoruz. Umarım şu ana dek yayınladığım yazılarımı keyifle okumuşsunuzdur. Bu kez konumuz edebiyat.
Doktora veya yüksek lisans yapanlar bilirler, ödev olarak bir makale hazırlamak sancılı bir süreçtir. Bir sürü farklı kaynaktan yararlanmak için çabalar, kafanızı toparlayarak bir şeyler yazmaya çalışırsınız. Tek bir ödev olsa yine iyi, derslerin sayısına göre istenen makale sayısı arttıkça işler daha da sarpa sarar. Bir sürü farklı derste, farklı konuları araştırırken kafanız kelimenin tam anlamıyla allak bullak olur.
Geçenlerde ben de, “Ortadoğu’da Güncel Sorunlar” isimli doktora dersim için bir makale yazmaya çalışırken benzer hisleri tekrar yaşadım. Bir ara verip, elime kitapyurdundan Covid 19 süreci başlamadan önce vermiş olduğum kitap siparişi ile birlikte ücretsiz gelen Dergah dergisini aldım.
Daha sayfaları karıştırmaya başlamadan hemen önce, kapak sayfasında, editörün dergi içeriğiyle ilgili bilgi verdiği kısmı okurken bir şey dikkatimi çekti. “Edebiyatımız için sürpriz sayılabilecek bir belge yayınlıyoruz bu sayıda” diyordu. Son derece meraklandım elbette. Neydi acaba bu belge?
Bu, bir tarih dersi ödeviydi. Ödevin başlığı ise şöyleydi: “Yirminci Yüzyılda İngiliz Şiiri” Şair ve yazar Ülkü Tamer’in Robert Kolejde okurken hazırladığı bir ödevdi bu. Merakım bir anda büsbütün arttı. İtiraf edeyim hemen, ilgimi çeken İngiliz şiiri değildi burada. Benim odak noktam Ülkü Tamer’di… Zira Ülkü Tamer en sevdiğim edebiyatçıların hemen başında gelir.
Yıllar önce, şimdiki halinden çok daha farklı bir gazeteyken (Bir gazetenin nereden nereye gelebileceğinin acı örneklerinden yalnızca biridir) Sabah’taki köşesinde yazdığı yazılarını kesip sakladığım bir isimdir Ülkü Tamer. O dönem beğenip kesip sakladığım birkaç yazısını, sizin için altta paylaşıyorum.
Dergide ödevin olduğu sayfayı açınca bir başka sürprizle daha karşılaştım aslında. Meğer Ülkü Tamer’in Robert Kolejdeki tarih hocası Nurettin Topçuymuş. Ben onu daha çok felsefeci kimliğiyle tanıyordum halbuki. Meğer Topçu, 1955-1960 arasında İstanbul İmam Hatip Okulunda felsefe, 1946-1961 arasında ise Robert Kolej’de tarih ve inkılap tarihi dersleri vermiş.
Topçu’nun da elimde birkaç kitabı var ama bir türlü fırsatını bulup derinlemesine okuma imkanım olmadı henüz. Sadece şöyle bir göz atabildim diyebilirim. Nurettin Topçu kitapları da aklımda, okunacaklar listesinde… (Benim sizin için hazırladığım kitap önerilerim de burada: Okuduğum Kitaplar )
Neyse, ben şimdi tekrar Ülkü Tamer’in ödevine döneyim isterseniz. Bunun bir lise öğrencisinin ödevi olduğundan hareketle düşünüp yola çıktığınızda, inanılmaz bir manzara ile karşılaşıyorsunuz aslında. Bu denli titizlikle hazırlanmış, üzerine titrenmiş bir ödevi, bırakın liseyi, günümüzün lisans seviyesinde bile görmek çoğu zaman gerçekten çok zor… Aslında bu biraz da, Bülent Ecevit’in de mezunu olduğu Robert Kolej’in kalitesini gösteriyor. Ödevden bir kısmı aşağıya ekliyorum.
Bu ödevin kalitesini anlamak için, o dönemdeki koşulları şimdiki koşullarla karşılaştırmak bile yeter. İnternet denilen icat, elimizin altında bize artık her türlü kaynağa kolayca ulaşma şansını veriyor. Her şey dijital. Bilgi çağında yaşıyoruz. Örneğin çoğu zaman kütüphanelere bile gitmeye gerek yok artık.
Şimdiki öğrencilerin Ülkü Tamer’in harcadığı enerjiyi ve zamanı harcamasına bile gerek yok aslında. Buna rağmen, ne yazık ki ortaya pek de dişe dokunur çalışmalar çıkmıyor. Zira ortaya çıkanların çoğu baştan savma, deyim yerindeyse sırf yapmış olmak için yapılmış şeyler oluyor…
Ülkü Tamer sinema üzerine de bolca yazardı mesela. Yine Sabah’taki bir yazısında, yönetmene bakarak film seçme alışkanlığının lise yıllarında başladığını söylüyor. Vaktiyle, “Sinema Dedi Ki” isimli kitabını alıp bir çırpıda okuduğumu hatırlıyorum. Bu kitapta oyuncu, yapımcı ve senaristlerin sözlerini derlemiştir Ülkü Tamer. Zaten çok ince bir kitaptır. Hemen altını çizdiğim birkaç alıntıyı paylaşayım mesela:
- Paris’teki büromda, dünyanın aydan çekilmiş bir fotoğrafı var. Gerçekleri kavramama yardımcı oluyor. Burada büyük bir sinema yıldızı olabilirim. Ama oradan bakıldığında bir hiçim. Hepimiz hiçiz. “Alain Delon”
- Sinema yıldızı olmaya görün, herkes size politika, astronomi, arkeoloji, doğum kontrolü hakkında sorular sormaya başlar. “Marlon Brando”
- Evlat, senin için ne dedikleri hiç önemli değil, senin için ne fısıldadıkları önemli. “Errol Flynn”
- Sansür politik bir araçtır, entelektüel bir araç değildir. Eleştiri entelektüel bir araçtır, yargıladığı, karşı koyduğu şey konusunda ön bilgileri vardır. “Federico Fellini”
Evet, bunlar kitapta altını çizdiğim alıntılardan sadece birkaçı… Ama benim en sevdiğim kitabı “Yaşamak Hatırlamaktır” isimli eseridir. Burada o müthiş üslubuyla anılarını anlatır Ülkü Tamer. Kendi memleketi olan Gaziantep’teki sinemayı, Nakip Aliyi anlatır mesela.
Hayatımda hiç gitmediğim halde, ben de bir anda onunla Gaziantep’e gider, sanki kendim de yine onunla aynı çocukluğu yaşamış gibi hissederdim yazdıklarını okurken. Ülkü Tamer’i okumak, benim için bambaşka bir duygu olmuştur hep. Sanki anılarını yanı başımda sadece bana anlatıyormuş gibi hissederdim onu okurken.
“Sanat Sınavı” isimli kitabı ise, farklı sanat dallarına yönelik sorulardan oluşan bir başka güzel eseridir. Bugüne dek Ülkü Tamer’i hiç okumadıysanız, bence bunlardan bir başlayın…
Sağlıklı günler.
Okumak isteyenler için, Eduardo Galeano’nun müthiş kitabı “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” ile ilgili yazım burada: Latin Amerika’nın Kesik Damarları
Edebiyat ile ilgili bir başka yazım ise, “Orhan Veli” ile ilgili: Orhan Veli: Yalnız Seni Arıyorum
Burada da “Corona Günlükleri” yazı dizisinin yedinci bölümü var: Corona Günlükleri 7. Bölüm