Queen’s Gambit ve Satranç
Herkese merhaba!
(Bu yazının podcast (ses dosyası) halini, kendi sesimden dinlemek için buraya tıklayabilirsiniz: The Queen’s Gambit ve Satranç )
Birkaç yıl öncesine dek öğretim görevlisi olarak çalıştığım okuldan iki arkadaşımın önerisi üzerine izlemeye başladığım The Queen’s Gambit dizisini bir çırpıda bitirdim.
Ben aslında Netflix’e çok geç üye olanlardanım. Dolayısıyla bir sürü sezonu olan o sayısız dizi arasından onlarcasını seyretme şansım olmadı şu ana dek.
En son izlediğim dizilerden biri olan %3’ü de birinci sezonu tamamladıktan hemen sonra bıraktım mesela. Zaten ilk sezonu da başladıktan sonra ayıp olmasın diye seyredip bitirdim.
Açıkçası ilk bakışta konusu son derece ilgi çekici olmasına rağmen, %3 bir türlü beni sarıp sarmalayamadı, içine çekemedi maalesef…
The Queen’s Gambit ise böyle olmadı. Önce çok kısaca, henüz izlememiş olanlar için bu dizi hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. 2020 yapımı, daha çok yeni bir dizi olduğu için, henüz izlemeyen sayısı hala fazla olabilir diye düşünüyorum.
Dizinin başrolünde, bir yetimhanede büyüyen ve satranca karşı inanılmaz bir yeteneği olan küçük bir kız bulunuyor: Beth.
Beth tamamen bir tesadüf eseri satranç ile tanışıyor. Hikayesi zaman içerisinde ünü tüm dünyaya yayılacak biçimde dünya şampiyonluğuna dek uzanıyor.
Aslında senaryo, Amerikalı yazar Walter Tevis’in aynı isimli kitabından uyarlama. Yani bu yapım da diğer birçok örnekte gördüğümüz gibi bir kitaptan uyarlama…
Queen’s Gambit ve Satranç
Dizi tek sezon ve toplamda yedi bölümden oluşuyor. Her bir bölüm ortalama bir saat kadar sürüyor diyebilirim. (45 dakika süren bölüm de var, 65 dakika süren bölüm de.)
İzlerken insanı sıkmıyor, gereksiz uzatılmış, deyim yerindeyse sakız gibi çekilmiş sahneler yok. Bence dizinin en çok öne çıkan özelliklerinden biri de bu.
Daha önce jelatin gibi biçimsizce uzayan günlerim böylece doldu, kendimi yormadan bir şeyle uğramış oluyordum, çünkü satrancın eşsiz bir yararı vardı, tinsel enerjinin daracık bir alana yönlendirilmesiyle en ağır düşünce eyleminde bile beyni gevşetmiyor, tersine kıvraklığını ve esnekliğini artırıyordu.
Stefan Zweig, Satranç
Diziyi seyrederken, bundan yıllar önce okuduğum Stefan Zweig’in Satranç isimli uzun öyküsüyle bir takım paralellikler gözlemledim. Hatta bu konuda herhangi bir bilgim yok ama, yazarın -Walter Tevis- Zweig’in bu kitabından esinlenmiş olabileceğini de düşünüyorum. Zira Zweig’in kitabının basım tarihi 1943, Tevis’in kitabının yazım tarihi ise 1983.
Bu kitabı -Satranç- zaman zaman tavsiye ettiklerim, ilk anda, özellikle isminden hareketle beğenmeyebileceğini, konunun ilgisini çekmeyeceğini düşünüyor/söylüyor. Oysa bu kitabı okuyup beğenmek için satranç hakkında teknik bir bilgi sahibi olmak gerekmiyor kesinlikle.
Dizi için de aynı şeyi söyleyebilirim. Neticede ben de öyle başarılı bir satranç oyuncusu falan değilim, satranç sık oynadığım veya sürekli oynamak için can attığım bir oyun da değil…
Ancak gerek Zweig’in Satranç isimli kitabına, gerekse konusu Satranç oyunu ile yakından ilişkili olan The Queen’s Gambit isimli diziye mutlaka bir göz atmanızı öneriyorum.
Dizideki oyunculukları gayet başarılı buldum. Mekan çekimleri iyi. İzlerken zamanın ruhunu da hissedebiliyoruz. Bu dizi 1950’ler ve 1960’larda geçiyor. Hatta bu anlamda dizide biraz sırıtmış olmasına rağmen, Amerika Birleşik Devletleri & Sovyetler Birliği mücadelesine ilişkin, ideolojik mesajlar gönderen sahneler bile bir parça kabul edilebilir…
Queen’s Gambit ve Satranç
Zweig’ın kitabında küçük Mirko Czentovic kendisinin bakımını üstlenen papaz ile kaldığı odada satranca başlamış, papazın her akşam mutlaka bir iki el satranç oynadığı jandarma çavuşuna karşı ilk galibiyetini almıştı.
Dizide ise kahramanımız Beth Harmon, satrancı yetimhanenin bodrum katında yaşayan hademeden -Bay Shaibel- öğreniyor ve o da ilk galibiyetini burada alıyor. Sonrasında Beth’in çocukluktan çıkışına, yükselişine, yaşadığı problemlere tanık oluyoruz.
Beth’in dizide sürekli okuduğu, evin dört bir köşesine dağılan satranç ile ilgili kitaplar ve dergiler, her ne kadar Zweig’ın öyküsünde tek bir kitapla yetinmek durumunda kalan Dr. B’ye oranla onun daha şanslı olduğunu gösterse de, her ikisinde de okuma ve öğrenme tutkusu ortak… Bakın Dr. B. ne diyor:
Paltolardan birinin yan cebinin biraz şişmiş olduğunu ayrımsadım. Yaklaştım ve kabarıklığın dikdörtgen biçiminden, bu biraz şişmiş cebin içinde ne olduğunu anladım: bir kitap! Dizlerim titremeye başladı: Bir kitap! Dört aydır elime kitap almamıştım ve içinde insanın art arda sıralanmış sözcükler, satırlar, sayfalar ve yapraklar görebileceği, başka, yeni, şaşırtıcı düşünceleri okuyabileceği, tanıyabileceği, beynine alabileceği bir kitabın hayali bile insanı hem coşturuyor hem de uyuşturuyordu.
Dört aydır kitap okumamış olmak… Gerçekten de kulağa son derece korkutucu, hatta kabus gibi geliyor öyle değil mi?
Yine dizide Beth’in uykuya dalmadan önce sürekli gözünde canlandırdığı satranç tahtası ve burada yaptığı hamleler, Dr. B’nin yaşadıklarıyla son derece benzer…
Altı gün sonra oyunu hiç şaşırmadan sonuna kadar oynadım, ondan sekiz gün sonra satranç kitabındaki konumları gözümün önüne getirmek için yatak çarşafındaki ekmek parçalarına bile gerek duymadım ve bir sekiz gün daha sonra kareli yatak çarşafı da gereksiz oldu; başlangıçta soyut gelen a1, a2, c7, c8 gibi işaretler, beynimin içinde görsel, plastik konumlara dönüştü kendiliğinden.
Değişiklik başarıyla uygulanmıştı: Satranç tahtasını taşlarıyla birlikte beynimin içine yansıtmıştım ve yalnızca formülleri kullanarak o anki konumu bir bakışta anlıyordum, tıpkı bütün sesleri ve uyumlarını duymak için notalara şöyle bir bakmanın deneyimli bir müzisyene yetmesi gibi…
Queen’s Gambit ve Satranç
Aslında burada söylenenler, dizinin son bölümünde Beth’in Borgov ile oynadığı final maçında olanlar ile de birebir örtüşüyor.
Dizinin en dokunaklı sahnesi ise sanırım, yine bu final bölümünde, Beth’in yıllar sonra yetimhanenin bodrum katına tekrar indiği ve Bay Shaibel’in panosunu incelediği sahneydi.
Daha fazla spoiler vermemek adına burada kesmek istiyorum. Yoksa gerçekten işin sihri kaçabilir!
Bana kalırsa hem Satranç hem de Queen’s Gambit birlikte okunmalı & izlenmeli. Eminim bu kitabı okuyup diziyi seyrettikten sonra siz de aynı benim gibi paralellikler ve ortak noktalar bulacaksınız. Çünkü benim buraya alamadığım daha pek çok benzer ayrıntı var.
Kitabın yaklaşık 80 sayfa, dizinin ise sadece yedi bölümden (Tek sezon) oluştuğunu düşünürsek, her ikisini de yapabilmeniz için öyle çok fazla vakit ayırmanıza da gerek yok.
Tüm sürükleyiciliğiyle kitabı bir saat içinde bitirirken (Ben şahsen bu kitabı kaç kez okuduğumu hatırlamıyorum.) diziyi de eğer vaktiniz varsa aynı gün içinde tüm bölümleri izleyerek rahatça bitirebilirsiniz.
Son olarak bir şeye daha değinmek istiyorum. Dizinin müzikleri de gerçekten şahane! Sahnelerle son derece uyumlu seçilen müzikler, izlerken zamanın su gibi akmasına da yardımcı oluyor. (Dizinin soundtrack listesini buraya bırakıyorum: The Queen’s Gambit Soundtrack)
Aslında yetimhane binası ve buranın atmosferi, Beth’in burada geçirdiği günler, buradaki Bay Shaibel karakteri ve seçilen enfes müzikler, bana biraz da “Les Choristes” isimli filmi hatırlattı. İsterseniz boş bir anınızda bu filme de bir bakın. Pişman olmazsınız.
Burada Stefan Zweig hakkında yazdığım tanıtıcı bir yazı var: Stefan Zweig ve Sürgün
Burada ise gündemden hiç düşmeyen bir konuyu değerlendirdim: Kadına Şiddet
Selamlar, sevgiler.
Adını çok duyup izlemediğim dizi. Vakit ayırıp izleyebilir miyim bilmiyorum doğrusu.
Bir günde biter. 🙂 Tek sezon olduğu için de sıkmıyor zaten. İki üç bölüm seyret, hoşuna gitmezse devam etmezsin. 🙂