Atatürk Kitaplığı
Herkese merhaba.
Daha önceki birkaç yazımda, İstanbul’da yer alan bazı kütüphanelerden söz etmiştim hatırlarsanız.
(Onlardan biri burada: Troleybüs Kütüphane )
Bu defa Atatürk Kitaplığındaydım.
Peki Atatürk Kitaplığı nerede? Yeri oldukça merkezi aslında.
Atatürk Kitaplığı Taksim’de yer alıyor.
Meydandan sadece yürüme mesafesinde diyebilirim.
Atatürk Kütüphanesi olarak da geçen bu kütüphanenin tam ismi İBB Atatürk Kitaplığı aslında.
Buraya en son, sanırım doktora yeterlik sınavına hazırlanırken gitmiştim diye hatırlıyorum.
Uzunca bir aradan sonra tekrar uğradım.
Bu yazıda size Atatürk Kütüphanesi veya Atatürk Kitaplığı hakkında bazı bilgiler vermek istiyorum.
Bunun yanı sıra, yazının sonuna doğru, bu kütüphanenin bir özelliğinden hareketle, kütüphanelerin kullanımı konusunda bazı kişisel düşüncelerime de yer vereceğim.
Atatürk Kitaplığı
İBB Atatürk Kitaplığı çalışma saatleri ile başlayalım isterseniz.
Burası her gün 09:00-21:45 saatleri arasında açık.
Ancak arşivden kitap istemek için en son saat 21:00. Aklınızda olsun.
Bünyesinde “beş yüz binden” fazla eser bulunduran bu kütüphane, iki katlı.
Gördüğünüz gibi, buranın oldukça büyük bir arşivi var.
Üst katta (yani aslında giriş katında) bazı özel koleksiyonlar (Atatürk, İstanbul gibi) ve farklı disiplinlere ait kitaplar yer alıyor.
Alt kat ise “süreli yayınlar” ve “nadir eserler” bölümü.
Ben, doktora tezimde faydalanmak için aradığım NATO Dergilerinin eski sayılarını bulmak için, daha çok bu bölümü kullandım.
Elbette üst kata da göz atmayı ve buradan ödünç kitap almayı ihmal etmedim.
Üst katta yani giriş katında, sadece raflarda yer alan eserleri 30 gün süreyle ödünç alma hakkınız var.
Kütüphane kataloğunda yer alan, ancak depodan/arşivden getirtebildiğiniz yayınları ise ödünç alamıyorsunuz ne yazık ki…
Ancak fotoğraflarını çekebilirsiniz. Buna izin veriliyor.
Kütüphanede yer alan bilgisayarlardan tarama yaparak aradığınız bir şeyi bulduğunuzda, bunun “yer bilgisi” kısmında yazan numarayı, size verilen istek formuna yazarak, bu yayını arşivden getirtebiliyorsunuz.
Tek seferde en fazla üç adet yayın isteme hakkınız var. Dört, beş veya altı yayın isteyecekseniz tekrar form doldurmanız gerekiyor.
Yoğunluğa bağlı olarak, yayınların gelmesi 15-20 dakika sürüyor. Kütüphane görevlileri zaten çok yardımcı oluyor bu konuda.
Atatürk Kitaplığı
Ben, Atatürk Kitaplığına en son gidişimde, girişte uzunca bir sırayla karşılaştığımı hatırlıyorum.
Hatta içeri girebilmek için kapıda isim yazdırılıyordu ve ortalama bekleme süresi bir saati geçiyordu.
Gerçi ben doktora yaptığım için öncelikli girişten faydalanmış ve hemen içeri girmiştim.
Ancak kapıdaki o korkunç kalabalığı hala unutamıyorum.
Adeta 1990’ların maç kuyrukları gibiydi.
(Bunu söyledikten hemen sonra burnuma, Ali Sami Yen Stadının Yeni Açık tribünü tarafında kalan kaldırımlardaki tükürük köftelerin kokusu geldi bir an için…)
Üstelik o dönem, doktora yeterlik sınavına çalışmak ve aradığım bazı kitapları bulmak için için gittiğim çoğu yerde de aynı manzarayla karşılaşmış ve hiç yer bulamamıştım.
Salt Galata Kütüphanesi de ilk aklıma gelen yerlerden biridir mesela.
Haydi Salt Galata bir yana, geniş arşiviyle öne çıkan bu türden bir yere bu kadar zor giriş yapılması hayli canımı sıkmıştı doğrusu.
Kaldı ki, Salt Galata Kütüphanesinde de benim alanıma yönelik, faydalanabileceğim yayınlar vardı.
Ancak dediğim gibi, burada da yer bulmak imkansızdı.
Üstte belirttiğim gibi, geçtiğimiz günlerde doktora tezim için NATO Dergilerini incelemek amacıyla buraya yeniden gittiğimde çok farklı bir manzarayla karşılaştım bu kez.
Bir defa kapının önünde hiç kimse yoktu. Rahatça içeri girdim. Üst kat yani giriş katı neredeyse bomboştu.
Hatta şöyle diyebilirim, Boğaza bakan cam kenarındaki masalar bile boştu.
Bilenler bilir, bu cephede sadece 4-5 kişilik yer vardır ve burası normalde hep dolu olur.
Eh, çalıştığın kitaptan kafanı kaldırdığında böyle dünyaca ünlü bir manzaraya bakmak, herkesi fazlasıyla motive eder diye düşünüyorum.
Atatürk Kitaplığı
Ben, alt kattaki süreli yayınlar bölümünde çalışmalarımı tamamladıktan sonra eve geldim.
Akşam, gündelik rutinim olduğu üzere Ekşi Sözlüğe şöyle bir göz atayım dedim.
(Merak edenler için, burada Ekşi Sözlük’ün zaman içerisinde geçirdiği değişim ile ilgili bir yazım var: Ekşi Sözlük)
Arama kutucuğuna da “Atatürk Kitaplığı” yazdım. Bakalım burası hakkında neler yazılmış diye…
Bir de ne göreyim?
Meğer, buraya girişler artık sadece bağımsız araştırmacılara, öğretim görevlilerine ve öğretim üyelerine açıkmış.
Yazının girişinde buranın bir özelliğinden bahsedeceğim demiştim ya, işte o özellik bu.
Bir anda jeton düşüverdi! Girişteki ve içerdeki tenhalığın sebebi ortaya çıktı böylece.
Demek ki, benim o son gidişimden sonra yeni bir kural getirilmiş.
Bu kararı alanları, gerçekten tebrik etmek gerekiyor!
Peki neden?
Şimdi, yine yazının girişinde bahsettiğim ve benim en çok canımı sıkan konulardan birine dönüyorum müsaadenizle.
“Kütüphanelerin kullanımı” konusuna…
Üzülerek ifade etmeliyim ki, gördüğüm kadarıyla, İstanbul’daki kütüphanelerin çoğu, gençler tarafından “etüt salonu” olarak kullanılıyor.
Ve kütüphaneler, bu gençler tarafından, hani deyim yerindeyse resmen işgal ediliyor.
Çünkü buraya gelenlerin çoğu, üniversite sınavına hazırlanıyor ve test çözüyor.
Ben bu çocukların durumunu da anlayabiliyorum aslında.
Nitekim bu noktada, bu düşünceme pek çok itiraz da geliştirilebilir pekala. Bunun da farkındayım.
Kimisinin evinde kendine ait bir odası olmayabilir, çalışabileceği bir ortam yoktur vs.
Bunların hepsini kabul ediyorum.
Atatürk Kitaplığı
Ancak bunun çözümü kendini kütüphaneye atmak değildir.
Çünkü kütüphaneler her şeyden önce bir “araştırma” yeridir. Kütüphaneler, içerisindeki yayınlardan istifade edilen mekanlardır.
Kütüphaneler, “masalar” değil, “kitaplar/süreli yayınlar” kullanılsın diye vardır.
Birçok kütüphanede, bu test çözen gençlerin masaların üstünde mışıl mışıl uyuduğunu da görebilirsiniz. Böylece, yukarıda sözünü ettiğim uzun sıranın sebebi de anlaşılır.
Böylesine geniş arşive, nitelikli koleksiyonlara ev sahipliği yapan kütüphanelerin etüt merkezi gibi kullanılması son derece yanlıştır, hatalıdır.
Bunun yerine, kütüphanelerin varoluş amacına uygun bir şekilde kullanılması daha yerinde, daha verimli, daha doğru ve daha güzeldir.
Herkes için bu böyledir.
Peki o zaman burayı amacı dışında kullanan bu öğrenciler nereye gidecekler? Bunun çözümü basit aslında.
Ben, Bologna’daki gezim sırasında denk gelmiştim.
Burada, öğrencilerin çalışmaları için özel alanlar yapılmış.
Bildiğiniz gibi Bologna, eğitim ve öğretim açısından son derece önemli bir şehir. Zira dünyadaki ilk üniversitenin burada kurulduğu kabul ediliyor.
(Burada, Bologna ile ilgili bir yazım da var: Bologna’da Bir Gezinti)
Bu çalışma odaları, bu işin en basit çözümü gibi görünüyor. Ama bildiğim kadarıyla Türkiye’de böyle bir şey yok.
Bu, başka bir şekilde telafi edilebilir aslında. Nitekim ülkemizde bu yönde gelişmeler de var aslında. Özellikle de İstanbul’da…
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, İBB son dönemde İstanbul’daki kütüphane sayısını bir hayli artırdı.
Çoğu semte yeni kütüphaneler açıldı. Taksim, Esenyurt, Avcılar, Zeytinburnu, ilk aklıma gelenler…
Bunun yanı sıra, yerel belediyelerin hizmete açtığı kütüphaneler de var.
“Atatürk Kitaplığı” gibi bir yerin, sadece araştırmacılara tahsis edilip, bu öğrencilerin de, sayısı her geçen gün artan bu kütüphaneleri kullanması çok daha doğru.
Üstelik böylece, Ekşi Sözlükte, Atatürk Kitaplığının sadece araştırmacılara açık olmasına yönelik eleştiriler yapan ve az önce yazdığım “gençlerden” olduklarını tahmin ettiğim kişilerin şikayetleri de böylece bir parça azalmış olur.
Herkesin bunun bilincine varabilmesi dileğiyle…
Yazıyı bitirirken, bir de kitap önerisinde bulunmak istiyorum: Atatürk’ün Hastalığı
Selamlar, sevgiler.