Snooker Nedir?
Herkese merhaba.
Bu yazı Snooker ile ilgili.
Peki Snooker nedir? Snooker bilardo çeşidi. Detaylara birazdan gireceğim zaten.
Ancak detaylara girmeden hemen önce, altını çizmek istediğim çok önemli bir nokta var.
Snooker nasıl oynanır sorusuna cevap vermek ve Snooker’ı gerçekten en basitine inerek anlatmak istiyorum size.
Eğer şu an bu yazdıklarımı okuyorsanız, yani bir şekilde bu yazıya denk geldiyseniz sakın gitmeyin.
“Amaann canım, Snooker nedir öğrensem ne olacak sanki” demeyin.
Çünkü bilerek izleyen herkesin bu oyunu gerçekten sevebileceğini düşünüyorum ben. Buradaki “Bilerek izlemek” ifadesinden, Snooker kuralları bilmeyi kastediyorum elbette.
Yani bilinçli bir şekilde bu oyunu izleyen herhangi biri, ilk izleyişte olmasa da zamanla bu oyunu çok sevecektir.
Neden ilk izleyişte sevmeyebilir?
Çünkü Snooker kuralları öğrendikten sonra bile, oyunu tam anlamıyla kavrayabilmek için belirli bir süre geçmesi gerekiyor. Yavaş yavaş tadını almaya başlıyorsunuz oyunun.
Bunu acaba neye benzetebilirim diye düşündüm bir an için. Aklıma hemen bir yemeğin pişirilmesi geldi mesela.
Hani bazı yemekleri yaptıktan sonra yemeğin tadının iyice kendini bulması için biraz beklemek gerekir ya, işte öyle.
Yemeği pişirir pişirmez de yiyebilirsiniz elbette ama biraz bekledikten sonra tadı daha bir güzel olur, deyim yerindeyse yemek oturur.
Çayın demini almasını beklemek gibi işte.
Snooker
Peki bu oyunun kurallarını öğrenen herkesin, neden oyunu sevebileceğini düşünüyorum?
Çünkü etrafımdan edindiğim genel izlenim, bu oyunun tam anlamıyla ne olduğunun bilinmemesi sebebiyle sevilmediğini -veya hiç ilgi çekmediğini de diyebiliriz buna aslında- gösteriyor bana.
Bunu nereden biliyorum? Tabii ki öncelikle kendi deneyimimden.
Küçüklüğümden beri sporla ilgilenirim. Daha doğrusu ilgilendiğimi düşünürdüm. Ve eminim ülkede yaşayan çoğu insan da böyle düşünüyor.
Kime sorarsanız sorun, herkes “sporsever” mesela. Özellikle de erkekleri kastediyorum burada öncelikle.
Ancak unutmamak gerekiyor ki, biz Türkiye’de yaşıyoruz.
Ve Türkiye’de spor denince akla her zaman ve daima futbol geliyor. Bunu gazetelerin “spor” sayfalarına şöyle bir göz ucuyla bakarak rahatça anlayabilirsiniz zaten.
Futbolu, basketbol ve voleybol izliyor. Ancak futbolun tartışmasız bir üstünlüğü söz konusu.
Yılmaz Erdoğan’ın yıllar önceki oyununun -Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?- ismini biraz değiştirirsek söylersem; Siz hiç Snooker izleyen birini gördünüz mü?
Snooker Nedir?
Bu topraklarda doğan her erkek çocuğu gibi ben de futbolla büyüdüm elbette.
Çocukluğum sokakta top peşinde koşmakla, mahalle maçı yapmakla geçti. Hayatımda ilk kez bir futbol maçına da yine çok küçük yaştayken gittim.
Hiç unutmam, gittiğim ilk maç, Galatasaray-Banik Ostrava maçıydı.
Yıl 1991, o zamanlar yedi yaşına daha yeni basmışım. (Yaşımız da ortaya çıkmış oldu böylece.)
1992’de Galatasaray-Eintracht Frankfurt, 1993’te Galatasaray-Roma maçlarında yine Ali Sami Yen Stadı tribünlerindeydim.
1990’ların ortalarına doğru bu kez basketbolla tanıştım. Ortaokuldayken gittiğim basketbol kursu, beni basketbola biraz daha yakınlaştırdı.
Ancak en önemlisi, ben Türk basketbolunun yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladığı, gelecekteki daha büyük başarıların filizlendiği bir dönemde çocuktum.
Petar Naumoski’ye yetiştim bir defa. Efes Pilsen’in 1996 yılında Koraç Kupası zaferine giden maçlarını televizyondan canlı seyrettim. Team System Bologna ve Stefanel Milano maçları hafızamdaki tazeliğini korur.
Hakan Peker’in molalarda çalan “Ateşini Yolla Bana” şarkısı kulaklarımdan, Abdi İpekçi’de asılı duran dev “Efes Pilsen: Avrupa’daki Fırtına” pankartı hala gözümün önünden gitmez.
Efes, bu nedenle benim için hala Efes Pilsen’dir, Anadolu Efes falan değil.
Türkiye’nin Siyasal İslam’ın gerçek yüzüyle henüz tanışmadığı, ne güzel günlermiş, şimdi çok daha iyi anlıyorum.
(Biliyorum, asıl konumuz bu değil ama, Türkiye’de siyaset ile ilgili düşüncelerimi daha yakından öğrenmek için, şu yazıma göz atabilirsiniz: Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi Üzerine Düşünceler)
Keşke o dönem Abdi İpekçi Spor Salonunda en azından bir maça da olsa gidebilseydim diye sonraları çok hayıflandım mesela.
Ama ailemde, üstteki futbol maçları örneğinin aksine, beni tutup basketbol maçına götürebilecek biri yoktu işte.
Snooker
Üniversite yıllarında başka sporlara yönelmeye başladım yavaş yavaş. Belli bir olgunluğa erişmiş bir yetişkindim ne de olsa. Kendi tercihlerimi kendim yapabilecek yaştaydım artık.
Bu noktada yaptığım tercihlerde, Eurosport’un etkisi büyük oldu. Yoksa yine kendi sosyal çevremle sınırlı kalsaydı, büyük ihtimalle asla bisiklet, snooker gibi sporlarla tanışamazdım diye düşünüyorum.
2007 sonrasında Fransa Bisiklet Turunu takip etmeye başladım.
Bu yazının ana konusunu oluşturan Snooker ile tanışmam da, tam da bu döneme denk gelir.
Yukarıda, “Bilerek takip etmekten” bahsetmiştim hatırlarsanız.
Şimdi oraya doğru dönüyorum bu kısa girişten sonra.
O zamanlar Eurosport’u ne zaman açsam, karşıma sabit duran bir kamera açısı ve yemyeşil bir çuha görüntüsü geliyordu.
Bizim Türkiye’de takip etmeye alıştığımız “sporlardan” çok farklı bir sporu yayınlıyordu Eurosport, üstelik saatlerce.
Adı bile tuhaftı: “Snooker”
Üç topu, Amerikan bilardoyu, hiç oynamasa bile eminim herkes duymuştur. Ama bu Snooker da neyin nesiydi böyle?
Zap yapıyordum, kanalı değiştiriyordum, birkaç saat sonra Eurosport’u tekrar açıyordum, yine aynı manzara, yine o monoton görüntü… Sanki dünyada başka yayınlayacak spor kalmamıştı!
Böyle hissediyordum. Çok sinirlendiğimi hatırlıyorum.
Neydi bu sporu bu kadar özel kılan, yayın akışına saatler ayrılmasına neden olan şey?
Söyledim ya, kamera bile neredeyse sabit, çekim açıları hiç değişmiyor, sadece renkli birkaç top ve ona ıstakayla vuran bir oyuncu görülüyor ekranda.
Başka çare kalmadığından, bir gün oturup izlemeye karar verdim. İlk kimin maçını izlediğimi bile hatırlamıyorum inanın.
İlk anda, bekleneceği üzere çok sıkıldım. “Keşke zap yapsaydım yine, boşa vakit harcadım” diye geçirdim içimden.
Sonra kendimi zorladım ve direttim. Çünkü anlaşılan o ki Snooker Eurosport ile adeta özdeşleşmişti ve hiçbir yere gitmeye de niyeti yoktu.
İşte Eurosport’un Türk spikerleri ile, tam da bu noktada tanıştım. Onlardan şu yazımda bahsetmiştim biraz: Eurosport’un Türk Spikerleri
Yıl 2008, 2009 civarı diyebilirim.
Yüksek lisans sonrası, askere gitmeden hemen önce.
Snooker nedir?
Peki Eurosport’un Türk spikerleri ne yaptı? Bu sporu öyle güzel anlattılar, Snooker nasıl oynanır öyle güzel açıkladılar ki, bir süre sonra resmen bu oyunun müptelası oldum.
Artık izlemeden duramıyorum. Attila İlhan’ın söylediği gibi; “Vurdu, kanıma girdi.”
İşte bu yazımda ben de size son derece basitçe, çok kolay ve anlaşılır bir biçimde Snooker’ı tanıtmak istiyorum.
Ama bunu yaparken sadede geleceğim hemen.
Yani Snooker tarihi gibi konulardan bahsetmeyeceğim. Onu zaten siz de benim gibi oyunu tanıyıp sevdikten sonra kendiniz araştırabilirsiniz.
Yalnız sizden çok önemli bir ricam var!
Lütfen bu yazıyı çevrenizle, arkadaşlarınızla paylaşın. Sosyal medyada paylaşın.
Paylaşın ki, bu son derece keyifli sporu daha fazla insan yakından tanısın ve anlasın.
Takip etmeye başladıktan sonra, “Bunca yıl neden hiç izlememişim?” diyeceklerine adım gibi eminim.
Yazının en başında söylediğim gibi, Snooker bilardo çeşidi ama bir hayli değişik.
Yani bizim aşina olduğumuz Amerikan bilardosu veya üç toptan çok farklı Snooker kuralları var. Snooker bilardo farkı birazdan kafanızda iyice netleşecek zaten.
Snooker Kuralları
Bir defa her şeyden önce şunu söylemek istiyorum. Snooker masası diğerlerinden daha büyük, topların girdiği cepler ise daha küçük.
Bu da, bu oyunun aslında görünenden ne kadar zor olduğunu hatırlatıyor bize.
2023 Dünya Snooker Şampiyonası finalinde, Eurosport Türk spikerleri içinde yer alan Emre Yazıcıol’un, finalist Luca Brecel hakkında söylediği gibi:
“Siz Luca’nın bu rahat potlarına aldanmayın, onları atmak göründüğü kadar kolay değil. Snooker gerçekten zor bir spor.“
Öyleyse Snooker kuralları ile başlayalım.
Snooker masasında kırmızı ve renkli toplar bulunuyor. Masanın başlangıç şeklinde, üçgen halinde birbirine bitişik nizamda yer alan on beş tane kırmızı top var.
Her bir kırmızı topun değeri bir puan. Bu kırmızı topların yanı sıra, altı tane renkli top yer alıyor.
Bunların da masadaki yerleri belli. (Bakınız: üstteki ve alttaki resim)
Siyah ve pembe top kırmızılara yakınken, mavi top masanın tam ortasında. “D Hattı” dediğimiz bölgede ise sarı, kahverengi ve yeşil top bulunuyor.
Puan değerlerine göre küçükten büyüğe doğru sıralarsak; sarı top iki puan, yeşil top üç puan, kahverengi top dört puan, mavi top beş puan, pembe top altı puan ve siyah top yedi puan.
Şöyle topluca gösterelim:
- Kırmızı top = 1 puan
- Sarı top = 2 puan
- Yeşil top = 3 puan
- Kahverengi top = 4 puan
- Mavi top = 5 puan
- Pembe top = 6 puan
- Siyah top = 7 puan
Snooker Kuralları
Oyunun temel amacı, önce bir kırmızıyı ceplerden herhangi birine attıktan sonra, istediğiniz herhangi bir renkliyi daha cebe sokarak, rakibinizden daha fazla puan toplamak.
Yani masayı tamamen temizlemek zorunda da değilsiniz her zaman.
Bir kırmızı, bir renkli. Bir kırmızı, bir renkli. Bu kadar basit aslında.
Yani bir kırmızı ve arkasından söz gelimi cebe gönderdiğiniz sarı top, üç puan demek. (Kırmızı: bir, sarı: 2 puan olduğu için)
Önce kırmızı sonra pembe topu cebe gönderirseniz örneğin, kırmızı 1 puan + pembe 6 puan olduğu için 7 puan alıyorsunuz. Hesaplaması bu kadar kolay.
Ancak Snooker oyuncuları, puan değeri en yüksek renkli top siyah olduğu için, her kırmızıdan sonra öncelikle siyaha uygun bir pozisyonda kalmak isterler. Bunu başaramadıkları takdirde diğer renkli seçeneklerini düşünürler.
Yani Snooker, sadece pot yapmak ile ilgili de değil.
Aksine, pot sonrasında beyaz topun kalacağı yeri ve hangi renkli ile devam edileceğini de hesaplamayı gerektiren bir spor.
Satranç gibi, sonraki hamleleri de düşünmek zorundasınız yani. (Hazır satranç demişken, şu yazıma da bakabilirsiniz: The Queen’s Gambit ve Satranç)
Hatta ve hatta, eğer herhangi bir şekilde pot yapamıyorsanız, vuruş sonrasında rakibinize uygun bir masa bırakmamak adına, “Güvenli Vuruş” (Safety Shot) dediğimiz vuruşu yapmak zorundasınız.
Uygun bir masadan kasıt, kırmızı topların masada açık bir şekilde, pot yapılmaya müsait şekilde olması demek.
Tahmin edeceğiniz üzere Snooker’da pot yapmak topu cebe göndermek anlamına geliyor. İngilizcesi “Cue Ball” olan “Istaka Topu” ise beyaz top. Yani tüm vuruşlar beyaz top ile yapılıyor.
Güvenli vuruş ise, yapamadığınız bir pot sonrasında, rakibe uygun bir pozisyon bırakmamak anlamına geliyor. Gol atamıyorsan, hiç olmazsa yeme mantığı.
Burada da beyaz topun kontrolü çok önemli.
Yapamadığınız bir pot sonrası beyazı istediğiniz yere gönderebilmek, önemli bir fark yaratıyor bu oyunda. Rakibinizin kolay pot açısı bulamayacağı bir yere göndermeniz gerekiyor ıstaka topunu.
Gördüğünüz gibi, Snooker terimleri de yavaş yavaş öğrenmeye başladık.
Bu arada şunu hatırlatmış olayım, Snooker oyuncuları Amerikan bilardonun aksine, pot yapmadan önce topu atacakları deliği söylemek veya işaretle göstermek zorunda değiller. Böyle bir kural yok.
Snooker Kuralları
Sanırım buraya kadar herhangi bir sorun yok.
Aslında neredeyse yolu yarıladık diyebilirim.
Gördüğünüz gibi, Snooker kuralları öyle çok karmaşık değil.
Ancak bu basit kuralları hiç bilmeden, sadece masanın ilk veya dağılmış haline dışarıdan bakınca, Çince gibi geldiği konusunda sanırım hepimiz hemfikiriz.
İnsanları bu oyundan soğutan kısım tam da burası zaten.
Snooker, frame’ler üzerinden oynanan bir oyun. Maçtaki oyunlardan her birine “frame” deniyor. Snooker kaç frame oynanır?
Snooker maçları, turnuvasına göre farklı sayıda frameler üzerinden oynanıyor.
Örneğin Snooker dünya şampiyonası finali maksimum otuz beş (35) frame üzerinden oynanıyor.
Bu şu demek: on sekiz frame kazanan, maçı da kazanır. Yani yarıdan bir fazla.
Ancak ismine sıralama turnuvası dediğimiz yıl içindeki diğer turnuvalardaki maçların frame sayıları değişken. Bunları ezberlemeye falan da kalkmayın sakın, hiç gerek yok.
Tabii ki hangi turnuva olursa olsun, genelde turlar ilerledikçe oynanacak frame sayısı da çoğu zaman artıyor.
Aşağıdaki fotoğrafa göz atalım.
Örneğin buradaki 27 ve 66, oyuncuların oynanmakta olan frame’de aldıkları sayıları, parantez içindeki 11, maksimum oynanacak frame sayısını, 1-1 ise o andaki skoru gösteriyor.
11 frame üzerinden oynanan bir maçı, 6 frame alan kazanır.
Buradan da şunu rahatça anlıyoruz ki, Snooker, pot yapma yeteneğinin yanı sıra, gerçekten mental ve fiziksel dayanıklılık isteyen bir spor.
Aynı snooker oyuncusunun, yirmili yaşlarının başındaki kondisyonuyla, ellili yaşlarının başındaki kondisyonu, aynı verimliliği ve başarıyı doğurmayabiliyor haliyle.
Yedi kez dünya şampiyonu olan ve bu sporun tartışmasız en büyük isimlerinden biri olan Stephen Hendry, sanırım buna en güzel örnek.
1990 ile 2002 arasında, -kazandığı birçok sıralama turnuvasının yanı sıra- dokuz dünya şampiyonası finali oynayan ve Snooker’da yaklaşık on yıl gibi bir süre içinde tüm rekorları alt üst eden Hendry, prime dönemi sona erdikten sonra, 2005 sonrasında hiçbir sıralama turnuvası kazanamadı.
2012 yılında da emekliliğini açıkladı.
Buna rağmen denilebilir ki, ilerlemiş yaşına karşın profesyonel olarak bu oyunda aktif olan çok sayıda oyuncu var.
Hatta üç kez dünya şampiyonu olan Galli oyuncu Mark Williams, 2003 yılında, yirmi sekiz yaşındayken kazandığı ikinci şampiyonluktan sonra gelen üçüncü şampiyonluğunu, 2018 yılında, yani bir öncekinden tam on beş yıl sonra, bu kez kırk üç yaşında, kariyerinin ikinci baharındayken kazandı.
Bu da Snooker’ın diğer spor dallarından en belirgin farklarından biri. Yaş önemli bir belirleyici ama her zaman değil.
Örneğin Snooker’ın büyük ustalarından biri olan Jimmy White, 2023 yılı itibari ile altmış bir yaşında ve hala oyunun içinde.
Evet, en son frame’lerden bahsediyorduk. Bir frame, on beş dakika da sürebiliyor, nadiren görülmekle beraber kırk, kırk beş dakika da. Hatta bazen bir saat bile süren frame’ler oluyor.
Çok sayıda frame üzerinden oynanan maçların neden saatlerce sürdüğünü ve yazının girişinde bahsettiğim, Eurosport snooker maçlarına neden bu denli geniş pay ayırdığı da böylece açıklığa kavuşmuş oluyor.
Zaten bu yüzden, bir snooker maçı, tek bir seansta bitmiyor. Yani oyuncular maça başladıktan sonra bir solukta maç neticelenmiyor.
Maçlar, frame sayısına göre “seans” dediğimiz bölümler halinde oynanıyor. Bunun da daha rahat anlaşılması için örnekler verelim.
Mesela bir seans maksimum sekiz frame üzerinden oynanacak olsun. Bu seans 5-3 de bitebilir, 8-0 da. Sekiz frame oynandığı zaman bir ara veriliyor.
Uzun soluklu maçlarda bu aralar birkaç saat olabileceği gibi, maçlar birden fazla güne de yayılabiliyor. Bazen de iki seans arasında on beş dakikalık kısa aralar oluyor.
Dediğim gibi, bu da turnuvaya göre değişiklik gösteriyor ve burada da ezberlemeniz veya akılda tutmanız gereken çok özel bir bilgi yok. Zaten olduğu zaman ben altını çiziyorum, merak etmeyin.
Snooker Nasıl Oynanır?
Peki tüm kırmızı topları, arkasından sırasıyla renklileri de atarak ceplere gönderdikten sonra ne oluyor?
Tüm kırmızılar cebe girdikten sonra, sırasıyla sarı, yeşil, kahverengi, mavi, pembe ve siyah ceplere atılarak frame tamamlanıyor.
Yalnız burada hatırlamamız gereken çok önemli bir bilgi var.
Kırmızı topları ceplere atmaya başladıktan sonra, tüm kırmızılar cebe atılıncaya dek, kırmızıdan sonra hangi renkli cebe atılmış olursa olsun, cepten çıkarılıp masadaki ilk yerine konuluyor. Yani masanın dağılmadan önceki kendi yerine.
Tüm kırmızılar bittikten sonra ise renkliler artık cepten geri çıkarılmıyor.
Peki renklileri cepten çıkarma işlemini kim yapıyor? Oyuncular mı?
Snooker masası olan amatör bilardo salonlarında evet. Ancak profesyonel turnuvalarda bunu yapan özel bir kişi var: Snooker hakemi.
Siyah takım elbisesiyle oyuncular vuruş yaparken -ve tabii ki tüm maç boyunca- sürekli ayakta duran ve dikkatle onları izleyen hakem, aslında çok önemli görevleri icra ediyor. Çünkü hakemin tek fonksiyonu cepten renkli topları çıkarmak değil.
Faul, free ball, touching ball (Bitişik top) gibi kararlar da veren Snooker hakemlerinin en dikkat çekici yaptırımlarından biri ise, maç sırasında taşkınlık çıkaran, huzur bozan seyircileri salondan dışarı çıkartabilme gücü.
Bunun yanı sıra kimi zaman oyuncularla hakem arasında pozisyonlar ve verilen kararlar ile ilgili tartışma yaşanması, Snooker’ın en ilgi çekici yönlerinden birini oluşturuyor.
Dışarıdan son derece monoton görünen bu sporun, en heyecan verici yönlerinden biri de bu kesinlikle.
Güzel bir uzun mesafeli pot, harika bir snooker bırakma veya oldukça zor bir snooker’ı çözmek kadar, bu da bu spora keyif katan bir yön kesinlikle.
Özellikle sivri dilli ve baskın karakterli oyuncular, kimi zaman hakemlerle sert diyaloglara girebiliyorlar.
Hakemler ayrıca oyuncuların -örneğin kaçan bir pottan sonra yaptığı- abartılı jest ve mimiklerini de uyarabiliyor.
Hatta 2023 Dünya Snooker Şampiyonasındaki bir maç sırasında hakem, kaçırdığı potlardan sonra etraftan duyulabilecek şekilde küfür eden Snooker oyuncusu Matthew Selt’i, bunu tekrarlamaması konusunda ciddi biçimde uyarmıştı.
Burada da şunun altını çizmek gerekiyor. Sonuçta hakemler ne derse o oluyor.
Gördüğünüz gibi Snooker centilmenlerin oyunu. Sırf bu bile onu özel kılıyor.
Snooker Kuralları
Bir oyuncunun, masaya gelip tek ıstakada topladığı sayıya “Break” (Seri) deniyor.
Snooker’da yüzlük seri yapmak yani tek ıstakada en az yüz (100) puan ve üzerinde bir sayı almak önemli bir başarı kabul edilir ve bu, oyuncuların kariyer istatistiklerinde mutlaka gösterilir.
Yüzlük seriye “Century Break” deniliyor.
Yazının en başında bunun nedenini söylemiştik aslında: Snooker görünenden çok daha zor bir oyun.
100’lük seri yapmak önemlidir ve seyirciler de bunu yapan oyuncuyu mutlaka alkışlar. Tarihte binin (1000) üzerinde yüzlük seri yapan tek oyuncu var: Ronnie O’Sullivan.
Maksimum seri veya “147” ise Snooker maçlarında sıkça duyacağınız önemli bir kavramdır.
147, masaya gelip tek ıstakada alınabilecek en yüksek puanın alınması demektir.
Buna da “Maximum Break” denir. Sıkça ismi duyulur ama yapması gerçekten çok zordur. Bunu yapabilen oyuncu sayısı da hayli azdır.
Eğer canlı izlediğiniz bir Snooker maçında, 147 yapan bir oyuncuya denk geldiyseniz, gerçekten kayınvalideniz sizi seviyor demektir.
Bu benim başıma, hatırladığım kadarıyla üç-dört kez geldi.
Yani maksimum seri, hem yapan oyuncu hem de onu canlı izleyen snooker seyircisi için çok şey ifade eder. Galatasaray-Arsenal maçında, Kopenhag’ta tribünde olmak gibi bir şeydir bu.
Zaten turnuvalarda, hem en yüksek seri, hem de 147, ekstra para ödülü ile taçlandırılır.
Snooker’ın doğum yeri Büyük Britanya olduğu için, bu para biriminin Pound ve miktarın da hayli yüksek olduğunu belirteyim. Bu da oyuncular için ekstra motivasyon kaynağıdır.
Yani ilk turlarda elendiğiniz bir turnuvada bile, bu türden bir başarı ile ciddi miktarlar kazanma şansınız vardır.
Tarihte en çok 147 yapan üç oyuncu; Ronnie O’Sullivan (15 kez), John Higgins (12 kez) ve Stephen Hendry’dir. (11 kez)
Bunu yapabilmek için oyuncuların ilk kırmızıdan başlayarak sürekli en yüksek puan değerine sahip olan siyah ile oynaması gerekir.
Yani bir kırmızı, bir siyah. Bir kırmızı, arkasından bir siyah. Tüm kırmızılar cebe atıldıktan sonra da, sırasıyla tüm renkliler.
Şimdi, hem buraya kadar anlattığımız Snooker oyununun mantığını daha iyi kavramak, hem de tarihin en kısa sürede yapılmış 147’sini görmek için şunu bir izleyelim.
Dikkatli seyredin çünkü eşi benzeri olmayan bir şeydir bu. Koyu bir Stephen Hendry hayranı olmakla beraber, Ronnie O’Sullivan’a da saygım sonsuzdur.
Buradan da, bir frame’in o andaki mevcut skoruna göre, örneğin masada o an oynamayan oyuncunun o frame’ı kazanmak için kaç puana ihtiyacı olduğu hesaplanabilir.
Yani masada kalan sayının hesaplanmasından bahsedelim biraz.
Masada kalan sayıyı bilmek neden önemlidir?
Desteklediğiniz bir oyuncu, diğer oyuncunun olası bir pot kaçırması durumunda masaya yeniden geldiğinde, alabileceği kaç sayı var, bunu hesaplayabiliriz.
Yani masada kalan sayıyla, o an oynanan frame’i kazanabilir mi yoksa kazanamaz mı?
Örneğin A oyuncusu, sürekli siyah ile oynayarak on kırmızı topu cebe göndermiş ve sonra sıradaki topu pot yapamayarak serisini noktalamış olsun.
Aldığı puanı hemen hesaplayalım: Bir kırmızı + siyah oyunu= (1+7 puan) 8 puan. 8×10=80 Puan.
Masadan alınabilecek maksimum puan kaçtı? 147. Demek ki diğer oyuncunun masada kalanlardan alabileceği maksimum puan, 147-80=67 oluyor.
Yani bu oyuncu masada kalan en yüksek puanlı bir seri bile inşa etse, frame’i kazanması imkansız.
Haydi fotoğraflı bir başka örnek daha verelim isterseniz. Dikkatlice bakalım masaya.
Masa, Stephen Hendry ile Ken Doherty arasında oynanan maçtaki bir frame’den.
Serisini noktalayan Hendry’nin, 68 puanı var. Sıra diğer oyuncu -1997 Dünya Şampiyonu olan- Ken Doherty’de.
Masada kalan toplardan, alınabilecek puanı hesaplayabiliriz kolayca.
Masada beş kırmızı kalmış. Diğerleri zaten renkli toplar.
Eğer Doherty beş kırmızıyı da arkasından siyah ile oynar, tüm kırmızılar bittikten sonra da tüm renklileri pot yaparsa, en fazla 67 puan alabiliyor.
Bunu nasıl hesapladık?
1 kırmızı+1 siyah=8 puan yapıyordu.
Masada beş kırmızı kaldığına göre, hepsini arkasından siyah ile oynayarak cebe yollaması demek, 5×8=40 puan demek.
Renklilerin de hepsini cebe atarsa, onların sayı değerlerinin toplamı olan 27 puanı alıyor. 40+27=67
Ve altmış yedi sayı, frame’i kazanmaya yetmiyor çünkü Hendry masayı bıraktığında zaten altmış sekiz puanı vardı.
Hatta, eğer masa uygun değilse, veya söz gelimi ıstaka topunu istediği yere gönderemezse, belki kırmızı sonrasında sürekli siyah ile değil de başka renklilerle oynamak durumunda kalacak.
Böyle olunca alacağı puan, altmış yediden de daha düşük olacak.
Peki Snooker oyuncuları, bu türden imkansız durumlarla karşılaşınca ne yapıyorlar? Frame’i mi bırakıyorlar?
Ya da masada zaten kendilerine yetmeyecek kadar sayı kaldığını gördükleri zaman, masaya hiç mi gelmiyorlar?
Elbette hayır. Hiçbiri değil.
İşte burada da bu oyunun bir başka güzel yanı, oyuna ismini veren “Snooker” kavramı karşımıza geliyor yeniden.
Artık Snooker nedir sorusuna, “Bir bilardo çeşididir” cümlesinden daha farklı bir cevap daha verebiliriz.
İsterseniz burada bir soluk alalım ve yazının diğer bölümünde tekrar buluşalım. Şimdi kısa bir müzik arası => Severek Dinlediğim Müzisyenler
Yazının devamı ise burada => Snooker Kuralları
Snooker kuralları dışarıdan zor gibi görünüyor ama bu sade anlatım oyunu anlamak açısından iyi olmuş. Teşekkürler.
Teşekkürler.