Türkiye’de Tartışma Kültürü
Herkese merhaba.
Türkiye’de tartışma kültürü var mı sizce? “Yok” dediğinizi duyar gibiyim. Aslında yok değil, var. Ama olumlu manada değil olumsuz manada var. Yani bizim tartışma kültürümüz gerçekten çok zayıf.
Birbirimizi dinlemiyoruz. Anlamıyoruz. Anlamak gibi bir amacımız da yok zaten. Peki bu hep böyle miydi? Bence pek değil. Birazdan buraya geleceğim.
Birkaç gündür, Fatmagül Berktay’ın son çıkan “Düşünme Etiği’ (Metis Yayınları, 2021) isimli kitabını okuyorum. Kitap, akademisyenin çeşitli mecralarda yayınlanmış makalelerinden oluşuyor.
Berktay, Hannah Arendt üzerine uzun yıllardır çalıştığı için, bu kitap, siyaset bilimi, muhakeme, tartışma ve müzakere pratikleri, kamusallık, etik, bilgi, düşünme, kibir, dostluk gibi konulardan bahsediyor daha çok…
Düşünmek, kendi başına daha iyi bir dünya yaratmayı getirmiyor ama Arendt’in dediği gibi, “zihinsel arazi temizliği” yaparak yargı yetisinin önünü açmaya ve dolayısıyla yerleşik önyargıların sarsılmasına, donup taşlaşmış düşünme ve eyleme biçimlerinin sorgulanmasına yarayabiliyor.
Böylelikle olup bitenler karşısında daha sağlıklı değerlendirmeler yaparak, o temelde eyleme geçme olasılığı güçleniyor. Aynı zamanda, düşünen özneyi hiç kimse olmaktan kurtarıp “kişi” olarak inşa etmede önemli payı var: “Düşünme ve hatırlama, … insanların kök salmasının , hepimizin birer yabancı olarak geldiği dünyadaki yerini almasının yoludur.
Sadece bir varlık biçimi olmaktan veya hiç kimse olmaktan farklı olarak genellikle kişi ya da kişilik [karakter] adını verdiğimiz şey, aslında düşünmenin yol açtığı bu kök salma sürecinden kaynaklanır.
Fatmagül Berktay
Kitabı okurken, aklıma çocukluk yıllarım geldi aniden. Hani o sürekli eleştirilen, yerden yere vurulan 90’lar… 1990’ların ortalarındaki Siyaset Meydanı programlarını anımsıyorum mesela. Hatta zaman zaman açıp Youtube’da o eski programları izlediğim de oluyor.
Örneğin youtube arama kutucuğuna, “liderler açık oturumu” yazıp, geçmişin siyasetçilerini de seyredebilirsiniz. İzlediğiniz zaman, benim bu yazıda anlatmak istediklerimi çok daha iyi anlayacaksınız.
Türkiye’de Tartışma Kültürü
Fatmagül Berktay, atışma ve laf yetiştirmenin kendi doğası gereği gerçek sorunlar ve fikirler etrafında değil, dışlama ve karalama temelinde yürütüldüğünü yazıyor kitabında. Çünkü kimsenin durup düşünme gibi bir kaygısının olmadığını belirtiyor.
Gerçekten de geçmişteki tartışma/açık oturum programlarını izlediğimiz/hatırladığımız zaman, katılımcıların günümüze kıyasla sırayla konuştuğunu, birbirini dinlediğini, anlamaya çalıştığını, katılmasa bile kendisininkinden farklı seslere/fikirlere saygı gösterdiğini ve en azından üslup olarak çok daha düzgün bir seviyenin tutturulduğunu görüyoruz. Konuşmaların, diksiyonun ve kurulan cümlelerin düzgünlüğü de cabası.
1990’ların başında çocuk olan -şanslı- bir nesilden olduğum için, bugün sahip olduğum deneyim, bilgi birikimi ve entelektüel seviyem ile o yayınları o günlerde izlemiş olmayı çok isterdim doğrusu. Bu yüzden bir hayli hayıflandığımı söyleyebilirim.
Zira Yeni Türkiye’nin tartışma programları bir futbol sahasına, onun katılımcıları da adeta bir futbol takımı amigosuna benziyorlar. Aslında tartışma kültürümüzdeki gerileme, bana kalırsa insan kalitesindeki gerileme ile koşut seyrediyor.
Berktay, farklılıklarımızdan doğan sorunları ve konuları, dürüstlük yerine tutku ve hırsla tartıştığımız için, ortak bir paydada buluşmanın zorluğuna dikkat çekiyor.
Hani o meşhur söz var ya, “Bir şeyleri değiştirmek isteyen, işe önce kendinden başlamalı” diyen söz… O söz aklıma geliyor bu noktada hemen.
Bu bağlamda, kitaptaki “Düşünmeyi Seçmek veya Seçmemek” isimli makaleyi ayrıca beğendiğimi belirtmeliyim. (Bu bölümü okumadan hemen önce, şu makaleyi de okumak, yazarın yorumlarını ve yazının içeriğini çok daha anlaşılır kılacaktır: Aylin Kılıç Cepdibi, “Homo Faber’in Dünyasından Animal Laborans’ın Zaferine: Hannah Arendt’in Politika Teorisinde Totaliter Tahakkümün Vücut Bulduğu İnsanlık Koşulu Üzerine Bir İnceleme”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 27, Sayı 1, 2018, ss. 69-93)
Türkiye’de hal böyleyken, sağduyulu, sakin, usturuplu davranışları huy edinmiş insanlara düşen, eskinin tabiriyle kanalı değiştirmek veya televizyonu tümden kapatmak oluyor.
Akıl ve ruh sağlığımızı korumanın yollarından birinin bu olduğuna inanıyorum. Fatmagül Berktay’ın bu yeni kitabını mutlaka okumanızı öneririm.
Aradığı iç huzura müzik aracılığıyla kavuşmak isteyenleri bu yazıya (Severek Dinlediğim Müzisyenler), Türkiye’deki siyaset dinamiklerini daha yakından anlamak isteyenleri bu yazıya (Türkiye’de Siyaset ve Demokrasi), okuyup beğendiğim bazı kitaplara göz atmak isteyenleri ise bu yazıya alabilirim. => Okuduğum Kitaplar
Sevgiler, selamlar.